SEZAİ KARAKOÇ’UN ÖTESİNİ SÖYLEMEYECEĞİM ŞİİRİNDEN HAREKETLE POSTKOLONYAL TEORİYİ AÇIKLAMAK

EDEBİYAT

Kolonyal dönemden postkolonyal döneme geçişte değişikler yaşanmıştır. Bu değişikler aslında isim değişikliğinden ibarettir. Sömürgecilik zamanla emperyalizme, emperyalizm de kültür emperyalizmine dönüşmüştür ve toplumların içindeki kurt misali gizliden gizliye hasta adama çevirmiştir. Her dönemin ötekileştirilen bir madunu vardır. Peki bu madun konuşabilir miydi? Konuşsa bile kısık, çatallı sesini duyurabilir miydi?   Sezai Karakoç, “Ötesini Söylemeyeceğim” adlı şiiri ile on yaşındaki Tunuslu küçük kız çocuğunun dilinden madunu konuşturmuştur. Hem de sahici bir entelektüel edasıyla, Şeriati, Fanon gibi olayların içindeymişçesine. Sömürgeleş(tir)me, özgürleşme, bağımlılık, kadın, mücadele, maduniyet kavramları ve sorunsalı çerçevesinde incelenmiştir. Postkolonyal Teori çerçevesinde edinilen kazanımlarla tartışılmıştır

Moderniyeti tetikleyen olayları düşündüğümüzde bunlardan belki de en mühim olanı coğrafi keşiflerdir. Zira beraberinde sömürgeciliği doğurmuştur. Avrupa içinde büyük dönüşümün yaşandığı, ekonomide nakidin az olduğu tarım ekonomisinden, nakidin çok olduğu ekonomiye geçiş yapmıştır.   Burada karşımıza koloni kavramı çıkmaktadır. Kolonyalizm 19. yy. kültürünün, siyasetinin, iktisadının ana unsuru haline gelmiştir. Batı bloğu devletler, gözünü Doğu bloğu devletlere dikerek, istila etmek suretiyle kolonileştirmiştir. Batı bloğu devletler hakimiyet kurarak oradaki zengin yer altı kaynaklarını Batıya taşımışlardır. Bu taşıma sırasında sadece hammadde değil insan ticareti de gerçekleşerek insanlar meta haline getirmişlerdir. 19 y.y. bütün ekonomisi, siyasi alanı, kültürü sömürgecilik üzerine inşa edilmiştir. Sömürgecilik, modern devlette gücün- şiddetin dışarı çıkmasıdır. Gücün kontrol altına alınması modern devletin patolojisini ortaya çıkarmıştır. Güç her yere dağılmış ve homojenleşmiştir.

Batılı devletler ‘öncülük ve gelişmişlik abidesi olduklarından' Doğu’yu ötekileştirmiş ve onlar üzerinde tahakküm kurmuşlardır. Batılılar, doğuluları tanımlamaya çalıştıklarında onları ‘irrasyonel’ olarak ifade ediyorlar. Yani akli olmadıklarını öne sürüyorlar. Doğulu nesne duygularıyla yaşıyor ve bu durum kontrol altına alınmalıdır. Bunun çözümünü de onları kendilerinden uzak yaşamalarını sağlamak olarak görüyorlar.

Postkolonyalizm ise kolonyalizme eleştiri olarak ortaya çıkmıştır. Postkolonyal teorisyenlerin fikir babası olarak gördüğü Said kolonyal dönemin halen bitmediğini düşünmekteydi. Post-kolonizasyonla, sömürgeciliğin şekli değişmiştir. Postkolonyal teori Batı ile Doğu toplumları arasında sömürü ilişkilerini eleştirel olarak ele almaktadır.  Postkolonyal, diyalektik bir kavramdır. Hem sömürgesizleştirmenin genel tarihsel hakikatlerine ve egemenliğin kararlı bir biçimde kazanılmasına hem de iktisadi tahakkümün ve hatta siyasal tahakkümün sürdüğü yeni bir emperyalist bağlamın içine doğan ulusların ve halkların gerçeklerine işaret eder. Bu yeni  egemenlik deneyimi, tipik olarak sömürgeci devletin etosunu ve ideolojisini radikal bir biçimde yeniden gözden geçiren postkolonyal bir kültürün küllerinden doğmasını iktiza etmiştir.

Sömürgecilik terimi Avrupalıların kullandığı özgün haliyle; günümüzdeki göçmenlerin durumlarına epeyce benzer biçimde, özgün kültürleriyle kurdukları bağları koparmadan iktisadi, dinsel ve siyasal yönlerden daha iyi bir hayata kavuşturmayı isteyen toplulukların başka yerlere taşınmasının bir ifadesidir. Bu manasıyla sömürgecilik başkalarına hükmetmekten ziyade, başka bir yerde yaşamayı hedefleyen insanları bir araya getirir.

Ancak Avrupalılar “sömürgecilik” i tanımladıkları gibi uygulamamış, tersine, sömürge haline getirdikleri toplumları en ağır işlerde çalıştırmış, köle haline getirip alıp- satmışlardır. Bunun üzerine İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra sömürülen toplumlar isyan etmiş; fiziksel sömürünün yerini duygusal sömürü almıştır. Madun, yani baskılanan şiddetin nesnesi haline gelmiş alt tabaka diye adlandırılan bu grupta özgürleşme, isyan ve direniş hareketleri başlamıştır.

Matuf isyan hareketleri, Türk kamuoyunda ve dönemin aydınları arasında yankı bulmuştur. Bu yankı özellikle şiirde Necip Fazıl Kısakürek, Hüsnü Dağlarca, Sezai Karakoç gibi şairlerin başlı başına konuyu işleyen şiirleriyle veyahut şiirlerine yansıyan mısralarla kendisini göstermiştir. Sezai Karakoç’un Ötesini Söylemeyeceğim şiiri (1955) bugüne kadar Türk Edebiyat tarihinde yazılmış belki de en anti-kapitalist Türk şiirlerinden biridir.

Yazımızın devamında bu şiirin temalarından yola çıkarak postkolonyal teoriyi daha iyi kavramaya çalışacağız.

ŞİİRE DAİR

Fransızlar, batılı devletlerin, kendilerinden teknik bakımından geri kalmış ülkeler üzerindeki yayılmacı politikalarının bir uzantısı olarak 1881 yılında Tunus'u işgal ettiler. Düşünce yazılarında ve şiirlerinde Doğu-Batı çatışmasına çokça yer veren doğulu bir şairin; Sezai Karakoç'un Tunus'un bağımsızlık mücadelesi üzerine söylediği bir şiirdir; Ötesini Söylemeyeceğim şiiri. Şairin, 1962’de yayımlanan Şahdamar adlı ikinci şiir kitabında yer alan bu şiirin Türk Edebiyatında emperyalizme karşı yazılan şiirler içerisinde bambaşka bir yeri haizdir.

Şiirin kahramanı, madun konumunda Tunuslu küçük bir kız çocuğudur. Bay yabancı olarak hitap ettiği ise Batı yani emperyalist kan emicilerdir. Tunus'un Fransızlarca işgaline binaen söylenen mısralar, çeşitli imgelemeler üzerinden taraflı bir gözle doğu- batı kültürü çatışmasını yansıtır.  ‘Umursamaz ve ahlaksız Batı’nın büyüklüğüne karşı, duyarlı ve utangaç Doğunun küçüklüğü... Postkolonyal Teori dersi kapsamında incelediğimiz filmlerde de –politik sinema gibi– bu konuların araç olarak kullanıldığını görmüştük.

Hülasâ, Batılılar ulaşım ve iletişim alanlarında yatırım yaparken; sağlık ve eğitim alanlarında yatırımlar yapmamışlardır. Çünkü insanları meta olarak görmüş ve Doğu’yu tanımladıklarında irrasyonel kavramını kullanmışlardır. Zira Doğu toplumlarını ‘akli olmayan’ bir yapıya sahip olduklarını varsaymışlar. Doğulu nesne; duyguları ağır basan, duygularıyla yaşayan varlıklardı ve Batılılar tarafından kontrol altında tutulmalıydılar. Bunun çözümü için ise bariyer koyup, kendinden uzak yaşanılmasını sağlamak önerisinde bulundular. “Ötesini Söylemeyeceğim” şiirinde bunun yansımaları metafor ve simgelerle anlatılmaya çalışılmıştır. (X/ yabancı emeğe yabancı).

Dil; kültür ve benlik teması halinde Batılılaşma kavramı baskı mekanizmasıyla işleyen bir süreçtir. Zira Nebi’ye göre toprağın işgali, kimliğin de işgali demekti: “Toprak kazanılırsa kimlik de kazanılır. Yaşam kurarsan toprak üzerinde kurarsın.”

Koloni döneminde başlayan sömürü halkın madunileştirilmesiyle son bularak Fransa’ya bağımlı hale getirilmiştir. Postkolonyal döneme geçilmiş olsa da bağımlı hale gelen Tunus halkı ve aynı durumdaki diğer ülkeler özgürlük adı altında köleliğe devam etmek durumunda kalmışlardır. Malik Bin Nebi’nin merkezi kavramı olan ‘’sömürgeleştirilebilirlik’’ kavramı bu durumu açıklar niteliktedir. Malik Bin Nebi siyasal bağımsızlığın yanında, fikri bağımsızlığın da olması gerektiğini savunur ve bağımsızlığın ancak zihinde gerçekleştiğinde değer kazanacağını düşünmektedir. Çünkü O’na göre fikrî atalet bizi daha çok sömürgeleştirmektedir. Zihni sömürgecilik yaşanıyorsa, siyasi sömürge sadece dışa yansıyan kısmıdır. Fanon’daki ‘ilk kurşun teorisine’’ benzer bir düşünceyi savunan Nebiye göre; insanlar, içine daldıkları bu rüyadan uyandırılmalı ve kültürüne bağlı kalarak/ köklerden kopuş yaşanmadan; bilhassa hiçbir sömürgeciye fırsat verilmediği takdirde bağımsızlığın mümkün olacağını savunmuştur. Küçük Tunuslu kızın şiir boyunca ona sağır olanlara karşı çığlığını duyuramamasının nedeni işte budur. Malik Bin Nebi’nin postkolonyal teoriye farklı bakış açısı getirdiği ‘özne’ kavramını küçük kız üstlenmiştir. Nebi’nin; kendini değiştirdiğinde toplumda değişebilir fikrini savunuculuğu Tunuslu küçük kız üzerinden dillendirilmiştir.

Ezcümle kültürel emperyalizm realitesinden söz edilebilir. Bu bağlamda dinlerin ve geleneklerin kurallarına uygun davranmayan özenti adını verdiğimiz ve ‘ötekileştirilmemek’ adına kendi kimlik ve benliklerini kaybeden bireyler, toplumda yer almıştır. Negatif özgürleştirme söz konusudur. Yani; kendi tabiatından ve bağlayıcı bağlardan kurtararak özgürleştirmeden başka şeylere bağımlı hale getirmek. Bunu yapan toplumların da, kültürleri sular altında kaldıkları halde seslerini duyurmamaları Ali Şeriati' nin ‘eşşekleşme’ kavramıyla açıklanabilir. Buna zeyl olarak; mezkur meselenin adeta Şeriati'nin ‘insanın dört zindanı’ adlı eserinde somutlaştığını söyleyebiliriz.

Doğu’nun kültür ve mahremiyet kavramları Batınınkinden çok farklıdır. Dolayısıyla ikisi arasındaki çatışma oldukça öngörülebilir boyuttadır. Şiirde geçen “Öptüğü, ötesi söylemeyeceğim’’ ifadelerinde Doğunun ahlakıyla Batı’nın haz merkezci anlayışını karşılaştırılmış. Sömürgeci sistemi, bir ahlaksızlık olarak nitelendiren küçük kız, modernlik eleştirisi yapıyor. Şiirde evlerin yapısından, kıyafetlere kadar karşılaştırmalar yapılıyor ve modernlik anlayışını reddedip, ahlaksızlık olarak nitelendiriyor.

Batı’nın ahlakının, Doğulu kadınların ahlakını yozlaştırdığını savunuyor. (Celal Ahmet’in gabzade kavramına benzetebiliriz.) Doğulu kadınlar ahlaklı Müslümanlar ve ideal anne tipindeyken, Batılı kadınlar ise olaylara haz merkezli yaklaşıyor ve bu kadınların kıyafetlerine yansıyor. Batı’da kadınlar erkeğin ‘haz nesnesidir ve işlenmesi gereken bir tarla’ olarak görülür. Döllenerek, işlenerek yeni iş gücü ortaya çıkaran makine görevi görür. Fiziksel sömürünün yanında duygusal sömürü de sahnede kendine yer bulmuştur. Spivak’ın teyzesi üzerinden anlattığı örnekleme, kadınların yaşamış olduğu psikolojik şiddetin çirkin yüzünü daha net göstermektedir. Spivak’ın teyzesi intihar ederek sesini duyurmak istemiştir. Ama regl olmayı beklemiştir. Hamile olmadığını göstermek ve arkasından iffetine iftira atılmasın diye regl olma dönemini beklemiş ve o zaman intihar etmiştir. Kadınlar bedeniyle konuşulur, sesleri ile değil görüntüleriyle dikkat çekerler. Bu karakter ise İpin ucundaki haliyle sesini duyurmaya çalışmıştır.

Karakoç orada ideal kadın tanımlaması yapıyor. İdeal kadın/ anne; efendi, utangaç olan yani Batılı kadının tam tersi. Doğu’nun annesi ile Batı’nın annesini karşılaştırırken Doğu’nun annesini üste taşır.

Peki madun Konuşabilir mi? Konuşursa da o çatallı sesini duyurabilir mi? Şiirdeki kız ile beraber Karakoç madunu konuşturmaya çalışmıştır. Postkolanyal teoriye özne kavramını getiren Malik Bin Nebidir. Öznenin temel unsuru ise konuşmaktır. Konuşamazsa öznelik eşiğindedir. Konuşamazsa sadece öznelik eşiğindedir ve konuşamadığından öznelik çabasındadır. Madun’un dili ben dili değil, biz dilidir. Kendini böyle ifade eder. Madun yerine konuşan kişiler vardır; onları ezilen olarak gördükleri için. Böylelikle madunun madunluğu mutlaklaşır. Spivak sömürge dışına çıkarak egemen özne ile bastırılan tebaa arasındaki ilişkiyi çözümlemek için halk yönetici benzetmesi yapar. Entelektüeller madun sesiyle konuşurken, maduniyetin madunluğunun da devam etmesini sağlar. Madunu daha çok edilgenliğe iter. KARAKOÇ, madunu, kendi adına konuşturmuş ve madunluğunu ortadan kalkması için sesini on yaşındaki küçük kızın sesiyle çıkartmıştır.

SONUÇ

Haddizatında Batı’nın Doğu üzerindeki tahakkümü yüzyıllar geçse de farklı boyut ve alanlar üzerinde kendini göstermektedir. Siyasi sömürünün bittiği yerde kültürel sömürüyle kültürleri yok ederek kimlik kayıpları yaşatan ‘Bay Yabancılar' bununla da yetinmez ve duygusal sömürüyü de sürdürür. Fanon, sömürgeci sömürülmelidir görüşünde iken; Şeriati meseleye köktenci biçimde yaklaşır ve : sömürgeciyi de sömürgeci olma halinden kurtarmalıyız der. Malik Bin Nebi ‘nin de savunduğu siyasal bağımsızlığın yanında, fikri bağımsızlığın olması halinde sömürgeciyi yok ederek ortadan kaldırabiliriz. Aksi takdirde geçici tampon çözümlerle bir sömürgecinin elinden kurtulalım derken; diğer sömürgeci elinde dinimiz, kültürümüz, ahlakımız asimile edilebilir.

Şeyda Nur AKAN

Yorum Yaz