ŞİİLERİN TEK TAKLİT MERCİİ BURUCERDÎ'YE DAİR RÖPORTAJ

GENEL BATI ASYA TARİH İLİM RÖPORTAJ FELSEFE DİN

Şiilerin Tek Taklit Mercii Burucerdî'ye Dair Röportaj

Huccetullah Sözgen&Ozan Dur

1.) Öncelikle Huccet kendini tanıtabilir misin?

Aslen Midyatlıyım ve bulunduğum bölge itibariyle farklı dillere ve kültürlere aşinalığım var. Hatta anadilimin Arapça olduğunu ve Türkçeyi okulda öğrendiğimi de ekleyebilirim.  Lisansım İstanbul Sınıf öğretmenliği ve halihazırda sınıf öğretmeni olarak MEB bünyesinde çalışıyorum.

2.) Tezinde Farsça, İngilizce ve Türkçe kaynaklar var. İran çalışmaya başlayalı biraz zaman olmuş gibi gözüküyor. Seni İran üzerine çalışmaya iten şey ne idi?

Evet tezimin başlığından da anlaşılacağı üzere içeriği Türkiye’de çok da üzerinde durulan ve tartışılan bir konu değildi. Dolayısıyla Türkçe kaynakların azlığı özellikle Farsça ve İngilizce kaynaklarına yönelmemi zorunlu kıldı. Umarım bu minvalde yapılacak çalışmalara da bu tez öncülük edecektir.

İran’a yönelik çalışmalarım ve uğraşlarım 8 yıl öncesine kadar gitmektedir. Öncelikle Farsçayı öğrenmeye gayret ettim ve sonrasında İran’da bulunup bu konudaki bilgilerimi pekiştirmeye çalıştım. Neden mi İran coğrafyasını seçtim diye sorulacaksa doğup büyüdüğüm coğrafyanın bana verdiği meraktan ilgilidir. Zira farklı kültürler ve dillerin içinde yaşamam özellikle Farsçayı öğrenmemde kolaylık sağlamıştır. Farsçayı öğrendikten sonra da İran’a dair merakım daha da artmış ve bu konuda daha çok çalışmaya karar verdim.

3.) Neden bu konuyu tercih etme gereği hissettin? Konunun önemini okuyuculara aktarabilir misin?

Öncelikle tarihle ve dini eğitime karşı ilgim olduğu için bu minvalde bir konu seçmem verimlilik açısından önemliydi ve daha önce yaptığım okumaların neticesinde Kum Havzası’nı kalkındıran ve eğitim sistemine katkı sağlayan Burucerdî ismiyle karşılaştım. Kaynaklarımızda yaptığım araştırmalar neticesinde böylesine önemli bir isimle ilgili çok veri bulunmamaktaydı, ben de bu konuya yönelmeyi tercih ettim. Daha sonrasında konuyu daha da detaylandırdığımda yerinde bir karar verdiğimi bir kez daha anladım. Zira Burucerdî zamanının Şii dünyasında sözüne itibar edilen ve Şiilerin büyük bir kısmının taklit ettiği ve bağışlarını tevdi ettiği bir isimdi. Siyasetle çok da içli dışlı olmayan fakat siyasetten de tam izole olmayarak İran’da devrime giden yolda molla gücünün mimarıydı. Aslında Burucerdî Şii dünyasının tipik bir molla profilindeydi Humeyni gibi, ihtirasları yoktu nitekim ikisinin arasındaki bu fark -aralarının açılmasına neden olmuştu. Çalışmamız da özellikle İran’ın molla profilinin aslında marjinal olarak tanımlanabilecek Humeyni üzerinden yorumlanmasının doğru olmadığını göstermektedir. Humeyni İran’ın Şii molla profilinde bir istisnaydı ve tipik bir molla karakterinde olmadığını söylememiz mümkündür. Hatta Humeyni, Burucerdî’nin aksine kendi ülkesinde bile Şiilerin tek otoritesi olamamıştır. Devlet yönetiminde tek otorite olsa da dini otorite olarak kendisine birçok rakip bulunmaktaydı. Bu sebeple de anlaşılacağı üzere bizler İran molla profilini Humeyni üzerinden değerlendirmemiz doğru değildir.

4.) Burucerdi bir Şii din adamı. Kendisi İran’da bir kesim asrın müceddidi olarak görüyor.  Burucerdî’nin Kum’daki faaliyetlerinden bahsedebilir misin? Başarısının sebebi nedir?

Müceddid unvanı Burucerdî’nin kendi öğrencileri tarafından kendisine verilmişti. Özellikle Kum’daki faaliyetleri sebebiyle kendisine bu unvanın verildiğini söylememiz mümkündür. Hatta Burucerdî öncesinde Kum Havzası’nı yeninden ihya eden ve dağınık yapıda olan Havzayı toparlayan Şeyh Abdulkerim Hâirî Yezdî’ye "müessis" unvanı verilmişti. Konunun daha iyi anlaşılması için öncelikle tarihi arka plana bakmakta fayda vardır. Burucerdî öncesinde Yezdî döneminde büyüyen Kum Havzası, Yezdî’nin vefatıyla üç Ayetullah arasında paylaştırılarak yönetiliyordu ve özellikle Rıza Şah’ın baskıları sonucunda parçalanmak üzereydi. Bu dönem fetret olarak adlandırılabilmekte ve 1937 yılından 1944 yılına kadar devam etmiştir. 1944 yılında Burucerdî Tahran’a fıtık tedavisi için gitmesi ve Muhammed Rıza Şah dâhil birçok cenahtan kendisine ziyaretler gerçekleştirilmiş ve ciddi bir kamuoyu oluşturulmuştur. Bu zamanda özellikle Humeynî’nin, Burucerdî’nin Kum’a yerleşmesi için çok çaba sarf ettiğini söyleyebiliriz hatta Humeynî, Burucerdî’nin Kum’a yerleşmesiyle ilgili “Burucerdî Kum’a 20 yıl geç geldi. Fakat buna rağmen yine de Havzayı geliştirmiştir.” demektedir. Yine Burucerdî’nin derslerine katıldıktan sonra “Onun derslerine katılanlar farkında olmadan müçtehitlik seviyesine ulaşmaktalar.” demiştir.

Burucerdî, Kum’daki dini eğitimde özellikle fıkıh ve hadis öğretiminde daha sistematik bir metot uygulamıştır. Sünni gelenekteki fıkıh ve özellikle hadis metodolojinin Şia’nınkine göre daha tutarlı olduğunu düşünmekteydi. Bu sebeple de sorunların çözümü için Sünni kaynaklara başvurulmasının gerekliğini savunmaktaydı. Bu düşüncesiyle Şiilik ve Sünnilik arasındaki çatışmanın da sonlanması için uğraş içinde olduğu görülebilmektedir. Nitekim Burucerdî sadece Şii kaynakları mütalaa etmemiş aksine bunun yanında Sünni kaynakları da mütalaa etmişti. Bu durumda ona hem İslam dünyasına bir bütün olarak bakmasına hem de dini eğitimde yeni metotlar uygulamasına olanak sağlamıştır.

Havzada sınav sistemini getirerek başarının devamlığının sağlamaya çalışmıştır. Bursları da bu sınavlara göre vermiştir. Bu durumda öğrencilerin daha çok çaba sarfetmesini sağlamıştır. Ayrıca yabancı dil öğrenimine de cevaz vermesi, Havza’nın Batılı devletlere de açılan kapısının mimarı olmuştur.

Burucerdî eğitimin yanın da bir de mali alanda havzayı çok ileri taşımıştır. Yegane mercii taklit olması Kum’a ciddi bağışların yapılmasını sağlamıştır. Bu bağışlarla başka Havzalara destekte bulunmuş ve itibarını artırmıştır. Bağış yaptığı Havzaların içinde büyük ve kadim Necef Havzası da vardı. Bunun yanında öğrencilere de burs vererek başarıyı teşvik etmiştir. Gelir gider işlemlerinin hepsinin kayıt altına da alınmasını sağlamış ve mali alanı sadece kendi tasarrufuna bırakmıştır. Fakat burada kendi şahsi harcamaları için bağışları kullanmadığını da belirtmek gereklidir. Zira kendisi varlıklı bir aileye mensuptu ve kendi mal varlığından harcamalar yapmaktaydı.

Tüm bunların ışığında başarısının geniş bir vizyona ve önyargılardan bağımsız bir şekilde hareket etmesinin yanında, özellikle tarafına yapılan bağışların öğretime harcanmasının itibarını ve takipçilerinin artırmasının bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür.

5.) Burucerdi ve Humeyni arasındaki ilişkiye değinebilir misin?

Humeynî ve Burucerdî ilişkisi Burucerdî’nin tedavi amaçlı Tahran’a gelmesiyle mümkün olmuştur. Burada Humeyni’nin Burucerdî’nin itibar görmesi ve özellikle Kum Havzası’ndaki idareyi ele almak için uğraştığını söyleyebiliriz. Hatta farklı yerlere 400 kadar telgraf yolladığı da söylenmektedir. İşin ilginç boyutu da o dönemde Şah’ta Burucerdî’nin Kum Havzası’nın başına geçmesi için çaba sarfetmekteydi. Yani Humeyni ve Şah, Burucerdî’nin itibar görmesi için ellerindeki tüm imkânları seferber etmişlerdir.

Burucerdî Kum’a yerleştikten sonra ona en yakın isim Humeyni olmuştur. Nitekim Burucerdî Kum’a yerleştikten kısa bir süre sonra Meşhed’e hac maksadıyla hareket etmiştir ve yokluğunda vekili olarak Humeyni’yi tayin etmiştir. Hatta basına demeç verileceğinde bile Humeyni’yi sözcüsü olarak yollamıştı. Toplantılarda Humeyni yer almakta ve Burucerdî onun düşüncelerine önem vermekteydi. İkisi çocuklarını bile evlendirmiştir. Bu yakın ilişki Havza idaresinde bir şura kurulması fikrine kadar devam etmiştir. Fakat Havza idaresinde şura fikrinin ortaya çıkması Humeyni ve Burucerdî’nin arasını açmıştır. Ardından Şah’a karşı da temkinli davranan Burucerdî’yi istekleri yönünde yönlendiremeyen Humeyni, Burucerdî’nin nüfuzundan çekindiği için Burucerdî’ye karşı açıktan bir muhalefet gütmeyip aksine sessiz kalmayı tercih etmiştir. Burucerdî ölene kadarda Havza’da ders verdikten sonra hücresine çekilmiştir. Burucerdî vefat ettiğinde birçok devlet yas ilan edip taziyelerini bildirirken Humeyni cenazeye dahi katılmamıştır.

6.) İran’daki Ayetullah Yönetimini ayakta tutan velayet-i fakih doktrini sonrasında dünyada bir İran algısı oluştu. Din adamlarının siyasete bu denli bulaştığı İran tarihinde görülmemiş bir olay. Genelde Tütün Protestolarında olduğu gibi Şah’ı eleştirseler de devleti yönetmeye talip olmuyorlar. Buna rağmen günümüzde faal ve devrimci bir molla profili görüyoruz. Bunda Humeyni’nin etkisi büyük. Burucerdî döneminde nasıl bir durum söz konusudur?

Evet tarihsel arka plana baktığımızda Humeyni’ye kadar devlet yönetme idealiyle hareket eden bir molla profili karşımıza çıkmamaktadır. Hatta yönetimle uzlaşı içinde olmaya gayret gösterdiklerini söylememiz mümkündür. Belki bunun en iyi örnek Kum Havzası’nı yeniden tesis eden müessis ünvanlı Şeyh Abdulkerim Haîrî Yezdî’nin yardımcısına Rıza Şah tarafından Kum’da saygısızlık yapılıp kırbaçlanmasına sessiz kalması gösterilebilir. Daha da geçmişe gideceksek Burucerdî’nin dedelerinden Meclisî-yi Evvel ve Meclisî-yi Dovvom olarak bilinen iki büyük Şii alimi devletle iş birliği içinde olmuş ve özellikle Meclisî-yi Dovvom Şiilik eğitimini yöneticiye itaat üzerine inşa etmiştir. Hatta ona göre Yöneticiye itaat etmeyen kişi Allah’a da itaat etmemiş sayılmaktaydı.

Burucerdî gibi Şii dünyasının tek mercii taklidi olan Hasan Şirazî’ye gelirsek tütün protestolarında yine devlete karşı bir başkaldırı ve yönetimi ele geçirme düşüncesi yoktu. Tütün imtiyazından geri adım atılınca sorun hallolmuştur. Burucerdî de keza önemli bir güce ve yetkiye sahip olmasına rağmen İslam devletinin inşası anlayışında olan birisi değildi. Nitekim onun düşüncesi herkesin kendi işini yapması yönündeydi. Din adamları, dini sorumlulukları yerine getirmeli ve siyasetle hemhal olmamalıydı. 1949 yılında topladığı çok sayıda alimle toplantı yapmış ve ulemayı siyasetten menetmiştir. Fakat bu yanlış anlaşılmamalıdır. Burucerdî’nin politikası tamamen siyasetten kopma ve tecrit anlamında olmayıp yeri geldiğinde siyasete müdahale etmeyi de ihmal etmemekti. Fakat her şeye rağmen Burucerdî bir eğitimci ve itibar sahibi bir mollaydı. Devletle ilişkileri ve iş birlikleri olsa da özellikle Musaddık olayında da aşikâr olduğu üzere kendisi sessizliğini koruyarak Şah’ın gücünü pekiştirmesine fırsat vermişti. Hatta siyaset ve devlet yönetme arzusundan uzak olacak ki Şah’a karşı hareket etmemesi sorulduğunda “Ben bir kez Kum Havzası’nın yok oluşuna tanık oldum bundan sonra bir kez daha yok edilmesine tanık olamam.” demiştir. Bu bile kendisinin devletle iş birliği yapmasına ve Kum’u büyütmesinin ancak Şah rejimiyle çatışmamakta olduğunu ve bir din adamı olarak yaşamayı tercih ettiğini göstermektedir.

7.) İran dışında Şii ilim havzaları var. Özellikle burada Irak öne çıkıyor. Günümüzde de İran’ın Irak’a yönelik ciddi politikaları var. Irak’ta Şiilerce kutsal bazı isimler de metfundur. İran neden Kum’da Irak ile rekabet edecek bir Şii ilim havzası kurmak istiyor. Farsça konuşan Şiiler ile Arapça konuşan Şiilerin bu konuda neler düşündüğünü ve birbirlerini nasıl algıladıklarına değinebilir misin? İran ve Irak Şiiliği hakkında tez çalışman konusunda elde ettiğin bilgileri bizimle paylaşabilir misin?

Bu konuyla ilgili olarak tezime çalıştığımda özellikle Kum Havzası’nın yeninden tesisi için Rıza Şah’ın desteğinin olduğunu görmek beni şaşırtmıştır. Hakikatte ise Rıza Şah ilk başta Necef gibi İran dışında yer alan Havzalara rakip bir Havza kurma düşüncesindeydi. Ona göre öğrencilerin Irak’a gitmesi yerine İran’da kendi dilleriyle ve kültürleriyle eğitim almalarını tercih etmekteydi. Milliyetçi düşüncesi doğrultusunda İrancılık ideolojini beslemek için bu girişimde bulunduğunu söylemek doğru olacaktır. Bunun yanında ayrıca iktidarının ilk dönemlerinde ulema desteğine de ihtiyaç duyması onun dine karşı olmadığı izlenimi vermesi açısından da önemliydi. Şah gücünü pekiştirdikten sonra ise ulemanın gücünü kırmaya çalışmıştır. Muhammed Rıza Şah dönemine kadar İran’daki tüm Havzalar yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Fakat Muhammed Rıza Şah sonrası ve özellikle Burucerdî’nin Kum Havzası’na yerleşmesi Necef gibi bin yıllık bir geleneğe ve tarihe sahip Havza bile gücünü kırmıştı. Kum’un devlet eliyle güçlendirilmesi bir açıdan milliyetçi bir düşüncenin mahsulüydü. Bu sebeple aslında Arap kültüründen uzak bir dini eğitim merkezi kurulmaya çalışılmıştı. Arap ve Fars mollalar arasında bir çatışmanın varlığından söz etme konusunda emin değilim. Zira Kum öncesinde, İran’daki ulemanın önemli bir kısmı Necef’te eğitim görmüş ve hatta dini yeterliliğe ulaşma şartının bile buna bağlı olduğunu söylemek mümkündür. Necef’in Şiiler için önemli tarihi isimlerin mezarlarını bulundurması da önemini artırmaktadır. Fakat Kum’daki Hz. Masume türbesi ve Meşhed’teki İmam Rıza Türbesi de sadece İran’daki Şiilerin değil Arap Şiilerinde ziyaret yerlerinden sayılmaktadır.

8.) Günümüzde Kum’un İslami eğitimler açısından önemi nedir?  Rıza Şah döneminde dini eğitim İran devletinin eline alınmaya çalışıldı. İran Modernleştirilmeye çalışıldı. Hatta Farsçadan Arapça ifadeler atıldı ve onun yerine Pehlevice kelimeler getirildi. Dini alana nasıl bir müdahale söz konusu? Günümüzde Kum’un ve dini eğitim konusundaki rolü nedir?

Önceki soruda da açıkladığım üzere Rıza Şah’ın kendi Pehlevi ideolojisinin maksadına ulaşmak için uyguladığı yollardan biri de İran’daki Şiilik eğitimi alan öğrencilerin İran’da kalmasını sağlamaktı. Irak’a gidip Arap kültürüyle eğitim almalarındansa İran’da pers kültürü ile Farsça ders almalarını yeğlemekteydi. Bu şekilde milliyetçilik duygusuyla beslenen kişiler yetişmesine devam edecekti. Zaten modernleşme hareketi bağlamında hem dile hem de dine çokça müdahalesi olmuştur. Vaizler yetiştirmek maksadıyla üniversitede fakülte dahi açtırmıştır. Bunun yanında şeri mahkemelerin gücünü kırarak ulemanın yetki alanını daraltmıştır. Bu durum doğrudan havzaların öğrenci kaybetmesine neden olmuştur. Daha sayılacak birçok müdahaleden bahsetmemiz mümkündür. Fakat öz itibariyle Rıza Şah’ın kendi ideolojik menfaatleri neticesinde dinden ve din adamlarından istifade ettiğini söyleyebiliriz.

Dini eğitim açısından halihazırda Kum İran’ın en yetkin merkezidir. Diğer havzalarda Kum’a bağlı olarak faaliyetlerini yürütmektedirler. Daha bir asır öncesine kadar yok olmak üzere olan Kum Havzası şimdi dünyada sayılı Şiilik eğitimi veren merkezlerden biri sayılmaktadır. İran devriminde öncü olan birçok isimde bu Havzadan çıkmıştır. Şimdi bile İran’da söz sahibi ve itibar sahibi isimler bu Havzadan çıkmıştır. Kum İran’ın büyük molla eğitim merkezidir, fakat bu merkez devlete bağlı olmayıp devletten resmi bir bütçeyle de faaliyetlerini yürütmemektedir. Ulemaya göre devlete bağlı olması Havza’nın itibarını ve gücünü zayıflatacaktır. Bu sebeple kendi kendisini idare eden bir sisteme sahiptir.

9.) Burucerdî’nin Şiiliğin hak mezhep olarak kabulü noktasındaki çalışmalarından bahsedebilir misin? Bunun günümüzdeki İslam dünyasına yansımaları nelerdir?

İslam’daki ayrılıklardan doğan çatışmanın ve kargaşadan kaynaklı olarak takrip çalışmaları çok uzun yıllardır üzerinde durulan bir konu olmuştur. Hakikatte Burucerdî’den önce birçok kişi bu takrip için uğraş vermiştir. Fakat hiçbiri netice vermeyerek iki mezhep arasındaki çatışmanın büyümesine ve yaranın daha da derinleşmesine neden olmuştur. Takrip çalışmalarında netice elde edilememesinin nedeni Şiilik tarafından desteklenmemesiydi. Fakat Burucerdî otoritesinin getirdiği güçle bu çalışmaların hamiliğini yapmış ve sonunda müspet bir netice elde edilmiştir. Onun temsilciğini yapan Kummî, Mısır’da Daru’t-takribi 1947 yılında kurmuştu. Bu şekilde başlayan çalışmalara Burucerdî’nin hamiliği ve uğraşları da eklenince 1959 yılında Ezher Şeyhi Mahmut Şeltut tarafından Şiiliğin hak mezheplerden sayılmasına dair fetva yayınlanmıştır. Bu fetva bir devrim niteliğindeydi. Fetvaya göre Şiiliğe uyulmasında bir mahsur yoktu. Bunların yanında Mısır gibi Sünniliğin merkezi kabul edilen bir yerde Şia eserleri basılmış ve Ezher üniversitesinde Şiilik dersleri okutulmuştur. Şeltut bu fetvayı vermesinde Burucerdî’nin çabalarının etkili olduğunu söylemiştir. Aslında bu fetva iki mezhep arasındaki çatışmanın son bulması için bir fırsattı. Fakat Burucerdî’nin vefatının ardından Şeltut’un da vefatı bu çalışmaların sonlanmasına neden olmuştur.

Günümüz dünyasına elbet müsbet yansımaları olmuştur. Fakat bu İran’ın Mısır’da kurulan Daru’t-takrib benzeri bir kurumu Tahran’da kurdurması ve bunu propaganda aracı olarak kullanması bu konuya olan samimi bakışı zedelemiştir. Ayrıca İran’ın Suriye’de özellikle iç savaştan sonra yaptığı faaliyetlerinin etkisiyle ne yazık ki Sünnilerin, Şiilere bakışı değişmiştir. Şii nüfusunun önemli bir kısmının yaşadığı İran’ın Sünni topluma karşı acımasızca hareket etmesi Sünni-Şii yakınlaşmasının mümkün olamayacağına dair kanaat oluşturmaktadır.

10.) Burucerdi o zamanlarda medreselerde olmayan iki şey yapıyor. Felsefe ve Yabancı dil (özellikle İngilizce) eğitimine cevaz veriyor. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi verebilir misin?

Felsefe eğitimi aslında Burucerdî’nin Kum’a yerleştiği ilk dönemde ciddi bir taleple karşı karşıyaydı. Fakat daha sonrasında Meşhed Havzası, Mektebi Tefkik’in varlığıyla felsefe derslerine karşı çıkmıştı. Necef’ten de aynı baskı gelince ne yazık ki Allame Tabatabaî’nin çok katılımlı dersleri sonlandırılmıştı. Hatta Burucerdî felsefe dersi alanların bursunu bile kesmişti. Zira Burucerdî’ye bağış yapan insanların öğrencilerin fıkıh ve hadis okumasına için verdiklerini ve eğer ki felsefe dersleri için kullanıldığını öğrenirlerse bu durumun itibarlarını zedeleyeceklerini söylemiştir. Netice itibariyle de bu dersler sonlandırılmıştır. Muntaziri de bu konuyla ilgili olarak Burucerdî’nin üzerinde çok baskı olması sebebiyle böyle bir karar aldığını söylemiştir. Fakat bunun aksine şunu da söyleyebiliriz Burucerdî öğrencilik döneminde felsefe okumuştu ve düşünce itibariyle felsefenin umuma açık olmasını istememekteydi. Öğrencilerin itikatlarının sağlamlaşmadan felsefe okumalarının itikatları üzerinde olumsuz etki yaratacağını düşünmekteydi. Ona göre felsefe üst düzey öğrenci ve öğretmenlerin bir uğraşı olmalıydı.

Burucerdî’ye kadar olan dönemde batılı dillerle uğraşanlar dışlanmıştı. Öğrenmek isteyeneler gizli gizli öğrenmek zorundaydılar. Fakat Burucerdî yabancı dil öğrenimine cevaz vererek bir devrim yapmıştır. Hatta müstehcen içerikleri olamayan gazetelerin bile okunmasına izin verilmiştir. Kendisinden önce Avrupai dilleri öğrenenlerin dışlandığı ortamı sonlandırmış ve dil öğrenenleri kendi temsilcisi olarak mükâfatlandırarak yurtdışına Şii cemaatin haklarının korunması ve tebliğ yapılması için yollamıştı. Bu ciddi bir faaliyetti ve masraflarını kendisi karşılamaktaydı. Nitekim farklı ülkelerde birçok temsilcisi ve temsilciği vardı.


Huccetullah Sözgen&Ozan Dur

Ozan Dur
Ozan Dur

İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi'nden mezun Filistin ve İran Araştırmaları- yazar [email protected] Poliglot (8), dillere dair Çalışma Alanım Ortadoğu ve Diller

Yorum Yaz