İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Döndükçe topacıUçuverecek gibiydi
Değnekten atı
Mustafa Ruhi Şirin’in Muhit Dergi’deki (Mayıs, 2020) “Kime Güldü Dedem?” isimli şiirini okurken gözüme bir kelime ilişti: “topaç”. İstemsizce şiiri okumayı yarıda bırakarak sayfadaki engin boşluklara zihnimde canlanan anıları yazmaya koyuldum.
Çocuk müzesindeTanıdı dedemi
Bütün eski oyuncaklar
Rahmetli dedem ile Büyük Ev’in ortasında topaç çevirdiğimiz hatırıma düştü. Ne güzel çevirirdi o! Bir eli ya bastonda ya da evin orta direğinde olurdu. Tutunmasaydı benim için, bu kadar süre ayakta duramazdı. “Uğundu, uğundu!” derdi vurdukça topaça, ucuna çaput bağlı olan çubukla.
Onu izlerken heveslenirdim, sıranın bana gelmesini sabırsızlıkla beklerdim. Ama onu izlemekten de kendimi alamazdım. Dedem topaç çevirmek için kalkmasıyla ev ahalisi de bir başka keyiflenirdi, ilgiyle evin bu büyüğünü seyrederdi. Bu anların, eğlencenin yeri elbette ki farklı olurdu. Ayrıca topacı diğer dedemin ağaçtan yontarak yapması değerini artırır, oyunun keyfini ikiye katlardı. Ne güzel zamanlardı ki iki dedem de hayattaydı.
Ne şans ki diğer kardeşlerime göre daha şanslıydım, daha samimi olabildim dedemle. Kılıcının önünün de arkasının da kestiği zamanlarmış onun gençlik yılları. Hayatın çetin olduğu yıllarda haylazlık yapan torunlarını kovalayacak tâkat ve dizlerde derman mevcuttu dedemde, asabiyeti de had safhadaymış; öyle anlatılır. Kaçarken köydeki evin köşesinden, daha hızlı olmak gerekiyormuş. Korku ve tedirginlik düzeyi daha yüksekmiş. Kışın kullanacağı erzakı sağlamak üzere anneleriyle şehirden köye gelen torunları zapturapt altına almak elzemdi elbette. Otorite ve saygı tesis edilmeliydi. Bunların makul gerekçeleri muhakkak vardı, köy yaşamının zorlu, hoyrat özelliklerinin tesiri bu olmalıydı.
Yıllar sonra, kış aylarında Erzincan’dan İzmir’e getirdiğimiz dedenin dizlerinde güç kalmamış, senelerin yorgunluğu onu tüketmiş, ancak torun şefkati de artmıştı. Hatta yaşı sekseni aştıkça, yaşlanınca insan çocuklaşırmış, torununun yaşına yaklaşmıştı. Her zamanki bonkörlüğü değişmemiş, köydeki köy kooperatifinden sofrada elden ele uzatılan kola ya da “sarı” alan eller, şehirdeki marketten çitoz almaya devam etmişti. Bu cipslerin içinden çıkan tasoları belki de çok kere çarpıştırmıştık kendisiyle.
Şehirde, köydeki evimizde yer alan Büyük Ev dediğimiz genişlikte bir alanımız olmasa da dedeme koridor futbolu öğretmiştim. Ayrıca apartmanın önünde topaç çeviriyordu. Görenler komşuların hayret ettiği bu manzara aklımdan çıkmamakta. Hatta bir seferinde takkesini başından düşürmüştüm havalandırdığım plastik topla. Buna deri meshleriyle, yarım güçle çektiği şutlarla mukabele ederdi. İlerlemiş yaşına rağmen bundan pek keyif alırdı. Hatta o kış mevsiminin sonunda meshlerini aşındırmıştı top oynamaktan. Hatta elleri titremese beş taş bile oynayabilirdik. Bazen de anlattığı hikayeleri dinlerken ele gelen, yün gibi sakallarıyla oynardım.
Yavaş, yumuşak, bilgeliği ve yaşanmışlığı hissettiren nidası gülerken kesintili ve güzel gelmekteydi. Gerçi sürekli ajans seyretmesi pek hoşuma gitmezdi, sıkılırdım. Bazen muziplik yapar, kendisine çaktırmadan kanalı değiştirirdim kumandayı yanımda gizleyerek. Zaman zaman kulak kesildiğim hikayeleri, anıları beni 40’lı 50’li yılların Türkiye’siyle tanıştırırdı. Köydeki karizmatik şahsiyetler, onların nükteli karşılıkları ve hikmetli tavırları anlattıkları arasında yer alırdı. O yılların İstanbul’undan manzaralar, Amerikan Hastanesinde çalıştığı yıllar, Kurtuluş’taki Rum komşuları ve onlarla olan hatıraları... Bu münasebetlerin tezahürü olarak öğrendiği Rumca kelimeleri, sayıları öğretirdi. Sonrasında bunları terennüm ederdim. Evde sofrada, odada karşılaştığımız vakit “Ti kanis?” sorusunu “Kala, kala.” ile karşılardım.
Geçtik müzeden koşarakOyuncak mağazasına
Tanımayınca dedemi
Yeni dünyanın oyuncakları
Kime güldü dedem?
Mustafa Ruhi Şirin Üstadımız var olsun, bir kelimesinin beni hangi coğrafyalara, zamanlara götürdüğünü; dede sevgisini görmenin ve duyumsamanın ne denli kıymetli olduğunu fark etmekteyim şimdi. Okuduğum şiirin yukarıda yer alan son kıtası ayrıca düşündürdü: Torun sevgisi dedeleri yeni oyuncaklara aşina kılar mıydı? Dedem yaşasa, torununun torunuyla mesela, oynar mıydı yeni dünyanın oyuncaklarıyla? Atar mıydı birkaç el Pes ya da Lol, torunlarının hatrına? Gülüp geçer miydi yoksa?
Kabri pür nur, makamı cennet olsun.
El Fatiha.
İbrahim
07.08.2024 / 01:18Kalemine sağlık oğlum. Çok güzel tasvir etmişsin, burnumun direği sızladı. Baba çınarsa dede de dağ olsa gerek.