- DİN SİYASET NEDİR
- DİN SİYASETİ
- DİN SİYASETİ NASIL ETKİLİYOR
- DİN SİYASETİ NASIL KUŞATIYOR
- DİN SİYASETİ NASIL ŞEKİLLENDİRİYOR
- DİN VE SİYASET
- DİN VE SİYASET ÜZERİNE
- DİNDE SİYASET VAR MI
- DİNİN SİYASAL ALANDAKİ YERİ
- DİNSEL KAVRAMLAR VE SİYASET
- İLAHİYAT VE POLİTİKA
- İLAHİYAT VE SİYASET
- MEŞRUİYET VE DİN
- MODERN DEVLET NEDİR
- MODERN DEVLET VE DİN
- MODERN DEVLET VE DİN İLİŞKİSİ
- MODERN DEVLET VE DİN NASIL
- MODERN DEVLET VE DİN SİYASET İLİŞKİSİ
- MODERN DEVLETTE DİN VE SİYASET
- MODERN HUKUK
- ORTAÇAĞDA DİN
- ORTAÇAĞDA DİN ADAMLARI
- ORTAÇAĞDA DİN KRAL DEVLET
- ORTAÇAĞDA DİN NEDİR
- ORTAÇAĞDA DİN PAPA
- ORTAÇAĞDA DİN PAPA VE KRAL
- ORTAÇAĞDA DİN ÜZERİNE
- ORTAÇAĞDA DİN VE SİYASET
- ORTAÇAĞDA DİNLER
- ORTAÇAĞDA DİNLER NELER
- SİYASAL İLAHİYAT
- TÜRKİYE'DE DİN VE SİYASET
Tarih boyunca önemli tartışmalardan birisi, hiç şüphesiz, dinin siyasete tabi kılınması ile siyasetin dine tabi kılınması arasındaki amansız mücadelede kendisini göstermiştir.
Devletin gücünün ve varlığının bir başka deyimle meşruiyetinin temeli ve esasının nasıl kabul ettirileceği üzerine uzun süre arayışlar olmuştur. Bu bağlamda, Ortaçağ krallıkları genel olarak meşruiyetlerini kilisenin otoritesinden bağımsız düşünememişler, kendi mutlakiyetçi sistemlerinin kabulünü Papa üzerinden sağlamışlardır. Kilisenin devletle iç içe ve ayrılmaz bir bütün haline gelmesi, siyasal olanın teolojik olanla kaynaşmasına hatta siyasal olanın bulanıklaşmasına zemin hazırlamıştır. Kilise egemenliği altındaki devlet formülasyonu, siyasal liberalizmin etkisini yaydığı Fransız Devrimi’ne kadar sürmüş, daha sonra din ve siyasetin ayrılığı üzerine gelişip serpilen yeni bir düşünce ortaya çıkmıştır. Günümüzde ise din ve siyaset ilişkisi pek çok farklı açıdan değerlendirilen ve üzerinde araştırma yapılan bir alan olarak dikkat çekmektedir.
Tarihsel perspektiften hareketle din ve siyaset ilişkisini temellendirip günümüz din ve siyaset ilişkisini yorumlamak oldukça önemlidir. Devletler hukukun üstünlüğünü kabul ederek kendi egemenliğini ve meşruiyetini hukuk normlarıyla belirginleştirmiştir. Dolayısıyla modern devlet olarak tanımladığımız yapı, aslında hukuk devletidir. Siyasetin hukuktan aldığı meşruiyet, siyasal liberalizmin özüdür. Devletin kanunları uygulama, uymayanları cezalandırma ve uyruklarının güvenliğini temin etme vasfı, sınırlı devlet anlayışının kökenleridir. Mutlak otorite ve mutlak güç olan ‘‘kral-devlet’’ ortadan kalkarken tek mutlak otorite ve güç ‘‘hukuk’’a devredilmiştir. Devletin din kaynaklı otoritesinin yerine ikame edilen hukuk şeklen de olsa bir tür dine dönüşmüştür. Hukukun betimlenmesi ve tanımlanması sürecinde ilahi kaynaklı terimler kullanılmış ve yüksek otorite olması hasebiyle hukukun gücü perçinleştirilmeye çalışılmıştır.
Kadir-i mutlak egemen hukuk denildiğinde sadece dilbilimsel açıdan değil, dini nosyonun modern hukukun altyapısını mayaladığı anlaşılır. Siyasal olanı dünyevileştirme ve dinden arındırma çabalarına rağmen hukukun otoritesini destekleyen ve kurgulayan şey dünyevileştirilmiş dini kavramlardır. Diğer taraftan devleti tüm aşkın ve metafiziksel düşünceden sakındırma girişimleri kendi ”kutsal”ını icat etme zorunluluğunu doğurmuştur. Nitekim demokrasinin bir yönetim biçimi olmanın çok ötesinde insanlık için kutsal ve tek çıkar yol olarak sunulması bu durumu doğrular niteliktedir.
Seçilmişliğin kutsallığı ele alındığında, seçimin galibi, liderlik fonksiyonunu bir tür peygambervari kutsallığa dönüştürebilmekte, kitleleri mobilize edebilmektedir. Siyasal olanın ardında -post-modern ve pozitivist dünya şartlarına rağmen- toplumlar nasıl bu şekilde yönlendirilebiliyor sorusu önemlidir. Zira modern siyasal düzlem geçmişten bugüne süregelen dünyevileştirilmiş dinsel motiflerle süslenmekte ve pazarlanmaktadır. Alman siyaset bilimci ve hukukçu Carl Schmitt, bu durumda egemenin siyasal ilahiyattan beslenerek meşruiyetine dayanak sağladığını ve otoritesine netlik kazandırdığını iddia eder. Dolayısıyla din ve ilahiyat, siyasal olanın üzerinde hassasiyetle durduğu ve yararlandığı bir alandır.
Devlet özü itibariyle hükmeden güç olarak tanımlandığında kral-devletten modern devlete geçişte hukukun hükümranlığı çarpıcıdır. Değişmez yasalar, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddeler, hukukun mutlak otoritesi, yüksek (ulu) ya da olağanüstü (sıkıyönetim) mahkemeler, anayasalar vd. Tüm bunlar hukuk devletinin güç fonksiyonunu ifade eden temel gerçeklerdir. Sonuç itibariyle belirtilmelidir ki her hükümetin meşruiyet için bir ruhani-aşkın teşekküle yani metafiziksel-manevi bir altyapıya ihtiyacı vardır. Dinin cisimleştirdiği iktidar alanı tam anlamıyla ortak bir zihniyet ve aidiyet duygusunu kamçılar. Gücü konsolide etme arayışı, kamusal manevi iktidar alanını kurma zorunluluğunu getirir. Dolayısıyla din ve dini kavramların dünyevi iktidara kanalize edilmesi hayati önem taşır. Bu sebeple din ve siyaset ilişkisi bitmeyen bir devinim ve süreklilik taşımakta ve nesilden nesile farklı biçim ve teorilerle aktarılmaktadır.
Abdulkadir AKSÖZ
KAYNAKÇA:
Barbier, M., Modern Batı Düşüncesinde Din ve Siyaset, Kaknüs Yayınları, 1. Basım, Mart 1999, İstanbul
Schmitt, C., Siyasi İlahiyat, Dost Kitabevi Yayınları, 5. Baskı, Ekim 2016, Ankara