SORU: Futbol & Siyaset İlişkisi Çerçevesinde Türkiye ve Ermenistan Arasındaki “Futbol Diplomasisi- Soccer Game-” Diplomasisinin Önemini ve Sonuçsuz Kalmasının Nedenlerini Tartışınız.
“Savunmacılara çalım atmak, diktatörlere çalım atmaktan daha kolay…” Dr. Socrates
Çinli askerlerin eğitilmesinde önemli bir yeri olan ve milattan önce 3. yüzyıl dolaylarında insanların ayaklarını aktif kullanması yoluyla ortaya çıkan “Cuju” ile başlayan serüvenin günümüze yaklaştıkça hem devletler için hem insanlık için önemli bir sektör haline geleceğini kaçımız tahmin edebilirdik? Bu ayakları kullanma serüveni, Japonya’da “kemari”, Antik Yunan’da “episkiros”, Roma İmparatorluğu’nda “harpastum” isimleri ile anılırken, Eskimolardan Aborjinlere, Maorilerden, Mezoamerika yerlilerine yeryüzünün dört bir köşesinde etkisini hissettirmiştir. İnsanlık topla oynanma ve ayaklarını kullanma dalgasıyla dünya içinde kıyıdan kıyıya savrulmuştur.
Modern zamanlara yaklaşırken FIFA kaynaklarına göz attığımızda yepyeni senaryolarla tanışmış oluyoruz. 1848’de Cambridge Üniversitesi’nde oluşturulan Cambridge kuralları, futbolun ilk yazılı kaideleri olarak tarihe geçmiştir. Bunlar çok kabul görmemiş, okullardan bağımsız olarak kulüpler yavaş yavaş kurulmaya başlamıştır. 24 Ekim 1857’de İngiltere’nin Sheffield kentinde kurulan Sheffield F.C. kapısında yazan “Dünyanın en eski futbol takımı” yazısıyla ve kırmızı-siyah renkli formasıyla futbolun abecesini yeniden yazmış, kendi kurallarını ortaya koymuş ve kendi oyunlarını oynamaya başlamıştır. Sheffield F.C. üç yıl kadar yalnız başına oynamış, ancak 4 Eylül 1860’da Hallam’ın dünyaya gözlerini açmasıyla ansızın bir rakibe kavuşmuştur. Yavaş yavaş kitleleri sürüklemeye başlayan bu oyun 30 Kasım 1872’de İngiltere ve İskoçya arasındaki karşılaşma ile beraber milletlerarası bir statü kazanmıştır. Bu süreci 1930 yılında Uruguay’da düzenlenen Dünya Kupası, 1960’da Avrupa Şampiyonası – İlki Fransa’da düzenlenmiş ve Sovyetler Birliği kazanmıştır.- ve Şampiyonlar Ligi gibi statüler devam ettirmiştir.
Futbolda yaşanan bu sıra değişim, bütün spor dalları içerisinde konumunu eşsiz kılmıştır. Dolaylı veya doğrudan katılım yoluyla insanları serüvenine dâhil eden bu spor, hükümetlerin ve hükümetdışı kuruluşların kısa sürede dikkatlerini çekmeyi başarmıştır. Hükümetlerin dikkatlerini çekmesi ve yukarıda da bahsettiğimiz üzere devletlerin de bu sürece katılmasıyla oluşan milliyet takımları, futbolun siyasal arenada bir figür olarak katılmasının yolunu açmıştır. Futbolun özünde olan mücadele, galip gelme arzusu ve güç gibi kavramlar zannedildiğinden farklı olarak futbolun siyasetle yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. Nitekim klasik realistlerin büyük düşünürü Morgenthau ulusal gücü nitel ve nicel unsurlara ayırmaktadır. Niceliksel öğeler, coğrafya, doğal kaynaklar, endüstriyel kapasite, askeri hazırlık derecesi, nüfustur. Niteliksel öğeler ise, ulusal karakter, ulusal moral, diplomasinin niteliği ve hükümetin niteliği olarak sınıflandırılmıştır. Ayrıca bir devletin gücüne etki eden ölçülemez ya da fiziksel olmayan niteliksel unsurlar olarak adlandırılan liderlik özellikleri, diğer ülkelerle etnik ve kültürel yakınlık, tarihsel nedenler, imaj, dostluklar, ittifak ilişkileri, gelenek ve görenekler gibi unsular bir devletin uluslararası politikadaki veya diğer devletler karşısındaki gücünü belirlemede oldukça açıklayıcı olabilmektedir. Morgenthau referans alınacak olursa futbolun etkisinin ne düzeyde olduğu daha kolay kavranacaktır. – O zaman futbolun bu düzeyde etkili olmadığını söylersek bile Morgenthau’nun takipçileri olan klasik realistler için de, neorealistler için de futbolun etkisini göz ardı etmeyecek söylemler geliştirmek mümkündür.-
Günümüz koşulları göz önüne alındığında, futbolun kitleleri peşinden sürükleyen büyüleyici ruhu, kitlelerin aidiyet duygusunu karşılayan en önemli unsurlardan biri haline gelmiş ve futbol sahası da politik, etnik veya dini kimliklerin temsil edildiği bir mücadele alanı olarak algılanmaya başlanmıştır. Oyunda kazanılan başarı, kazanan takımı destekleyen grubun ve hatta takıma atfedilen politik görüşün de başarısı olarak algılanmaktadır. Yaygınlaştıkça iktidarlar tarafından ilgi gören bir oyun haline gelen futbolun halkı etkileyerek sorunların ötesine götürebilecek dinamiklere sahip olması aynı şekilde harekete geçirme gücünü elinde bulundurması pek çok sorunun çözülmesinde etkili olmuştur.
Futbol siyaset ilişkisinin ilişkinin kaçınılmaz olduğunu son günlere bakarak anlayabileceğimizi düşünüyorum. Futbolun siyasetin dışında olamayacağını, aynı şekilde siyasetin futboldan bağımsız kalamayacağını 2000’li yılların Türkiye’sinde hep beraber gözlemleme şansı bulduk. Şike davası ve Fetö bağlantısı, gezi olayları, Mısır’da Müslüman Kardeşler’in devrilmesi, Mandela’nın ölümü, yolsuzluk soruşturması ve liderlerin tuttukları takımlara olan desteği gibi birçok örneğin yeşil sahaların gündemine düştüğü aşikârdır.
Türkiye dışında ki ülkelerde de benzer durumları görmemiz mümkündür. 1980’li yıllarda yapılan dünya kupasında bütün dünyanın ilgisini üzerine çekmeyi başaran Brezilyalı ünlü futbolcu Dr.Sócrates’in hikâyesi futbol siyaset ilişkisinin nerelere varabileceğini anımsatması yönüyle kaleme almaya değerdir. Brezilya’da bir tıp fakültesi öğrencisi olarak aynı zamanda futbol kariyerini de sürdüren Sócrates, futbol tarihinin önemli orta saha beyinlerinden olarak tarihe geçmesinin yanı sıra futbol ülkesi Brezilya’da futbolun siyaset üzerindeki etkisi tartışılmaz biçimde açığa çıkaran hareketleriyle ön plana çıkmıştır. Brezilya’da hüküm süren cunta rejiminin yıkılmasında olan etkisi ve kendi deyimiyle Che Guavere ve John Lennon’a olan hayranlığının yanı sıra ismini futbol oynadığı takımdan alan Corinthians demokrasisi hareketinin kurucusu olması yönüyle de önemli bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır. “Corinthians Demokrasisi” adlı bir özgürlük hareketine 1980’lerin başında öncülük eden Sócrates’in amacı ordu baskısı altında mutsuz ama tepki göstermeden yaşayan Brezilya halkına “Uyanın!” mesajı verecek örnek bir eylemde bulunmaktı. Kaptanları olan Sócrates tarafından yönlendirilen futbolcular kendileriyle ilgili konularda yönetimin emirlerini dinlemektense her şey için oylama yapıp ona göre karar almaya başladılar. Buna sahaya çıkacak on birin belirlenmesinden tutun, maç için stada ne zaman gidecekleri, eşleriyle ne zaman birlikte olacaklarına kadar çeşitli konular dâhil olmuştur. Yine Corinthianslı futbolcular sahaya dev “Demokrasi” pankartlarıyla çıkıyorlardı. Oyuncular, kitleleri cunta rejimi karşısında oy kullanmaya ikna etmek için formalarında, kol ve baş bandajlarında “DIA 15 VOTE” -15’inde Seçime- yazısıyla sahaya çıkarak siyasetin sahalara taşınmasının ve kitleleri nasıl yönlendirebileceğinin büyük bir örneğini sergiliyorlardı.
Bütün bunların yanı sıra sorunsalımızın temel tartışma konusu olan ve futbol siyaset ilişkisinin en büyük örneklerden birisi de hiç şüphesiz Türkiye- Ermenistan arasında yaşanan krizlerin bir tecellisi olarak gündemimize konu olan “futbol diplomasisi” diye literatürde örnek olay olarak yer bulan ve Türk Dış Politikasının şekillenmesinde futbolun ehemmiyetini ortaya koyan süreçler bütünüdür. Gürcistan – Rusya krizini Kafkasya’da barış ve istikrarı geliştirmek düşüncesiyle fırsat sayan Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerini “futbol diplomasisi” yoluyla normalleştirme sürecini başlatmıştır. Kafkasya’da devam eden müzakereler dâhilinde, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın davetine kabul ederek, 6 Eylül 2008’de iki ülke milli takımlarının yaptığı Dünya Kupası ön eleme maçını izlemeye giderek, Ermenistan’ı ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı olmuştur. Bu hamle ile literatüre geçecek olan “futbol diplomasisi” süreci başlatılmıştır. Dağlık Karabağ sorunu dâhil ön şart olmaksızın aradaki ilişkilerin normalleşmesi için “futbol diplomasisi” radikal ve önemli bir yapı taşı olarak kendine yer edinmiştir. Nitekim Nisan 2009 yılında somut adımlar içeren “Yol Haritası” uzlaşısı bunu önemli göstergesi konumundadır. Daha sonra Ağustos 2009’da “Diplomatik İlişkilerin Tesisi” ve “İkili İlişkilerin Geliştirilmesi” hakkında iki protokol imzalanmasıyla süreç devam ederken, Ekim 2009’da diplomatik ilişkilerin tesisi ve karşılıklı sınırların açılması için protokoller imzalanmıştır. Bu olumlu gelişmelerin temelinde, “futbol diplomasisi”nin yaratmış olduğu ılımlı atmosferin etkisi yoğun olarak hissedilmiştir.
Türkiye ve Ermenistan’da ilişkilerin normalleşmesi yönünde güçlü bir irade ortaya çıkması. İki cumhurbaşkanının karşılıklı cesur adımları bölgede ve uluslararası toplum nezdinde kabul ve destek görmüştür. Cumhurbaşkanı Gül, Ermenistan ziyaretinin hemen arkasından Azerbaycan’a giderek, Azerbaycan topraklarının işgaline son verilmesinin Türkiye için olmazsa olmaz koşul olduğunu, Ermenistan ile başlatılan diyalogun Karabağ ve işgal altındaki topraklar sorunlarının çözümünde etkili olacağını ve Erivan’ın çözüm yönünde irade beyanında bulunduğunu söylemiştir.
Türkiye yeni dış politika vizyonu ile komşularla sorunlarını en alt seviyeye indirmek, yakın bölgelerdeki sorunları çevreleyerek genişleme ve büyümelerine imkân tanımadan çözmek istemesi, yine Ermenistan’ın bölgede maruz kaldığı izolasyonun artık sürdürülemez hale gelmesi, mevcut boru hatlarından Gürcistan ve Türkiye gelir ve itibar elde ederken, Ermenistan tamamen dışarıda kalması ve Ermenistan’ın Gürcistan-Rusya bağımlığından kurtulmak istemesi Türkiye-Ermenistan arasında başlayan futbol diplomasisinin süreğenliğini artırmıştır. Süreç, Gül-Sarkisyan ikilisinin 15 Ekim 2009’da Bursa’da yapılan rövanş maçını beraber izlemeleri ile devam etmiştir. İki ülke arasında ilişkilerin normalleşmesi ve kurulacak diplomatik ilişkinin bölgesel barışın sağlanmasında önemli bir rol oynaması, her iki ülkede de normalleşme yönünde siyasi iradeye temel bulunması, bölgesel krizin bir fırsata dönüşme potansiyeli barındırması ve uluslararası toplumun iki ülkenin yakınlaşmasını desteklemesi futbol diplomasinin ne kadar etkili olduğunu göstermiştir.
Ancak ilerleyen zamanlarda futbol diplomasi etkisini yavaş yavaş yitirmeye başlamıştır. Olayların futboldan koparak yeni safhalara taşınması ile beraber Türkiye ile Ermenistan arasında İsviçre’nin başkenti Zürih’te iki ülkenin arasında diplomatik ilişkilerin kurulması ve ilişkilerin geliştirilmesi hakkında imzalanan protokoller Ermenistan tarafından resmi olarak iptal edilmiş ve Türkiye’ye bildirilmiştir. “De facto” olarak zaten yok hükmünde olan protokoller, Ermenistan tarafından iptal edilince sonrası artık “de jure” olarak da herhangi bir anlam taşımamıştır.
Sürecin sonlanmasında aşağıdaki gibi 6 maddede özetlemek mümkündür;
- Azerbaycan tarafından sürecin olumsuz karşılanması, -Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in sınırların karşılıklı açılacak olmasına itiraz etmesi ve Rusya ile 500 milyon m3 gaz alımına ilişkin projeyi onaylaması. Ayrıca Türkiye’ye yaptığı doğalgaz ihracatında fiyatların yükseltme niyeti vurgusu yapması ve BM Medeniyetler İttifakı tarafından 6-7 Nisan 2009’da İstanbul’da yapılan toplantıyı boykot ederek katılmaması-
- Protokollerin her iki ülke parlamentolarındaki onay sürecinde aksaklıklar yaşanması, -Türkiye kamuoyundaki eleştiriler üzerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan onay sürecinin Dağlık Karabağ ile ilişkilendirmiştir. Bu hamle üzerine Erivan, Erdoğan’ın konuşmalarına tepki göstermiş ve onay sürecini herhangi bir şarta bağlanamaz olduğunu açıklamıştır. Bu krizin ardından iki taraf da diğerinin adım atmasını bekleyeceğini kamuoyuna açıklamıştır.-
- Ermenistan Anayasa Mahkemesi parlamentodan önce protokolleri onaylaması ve aldığı iki kararın Ankara’da kızgınlık yaratması, –11. Maddede, “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 olaylarının soykırım olarak uluslararası alanda tanınmasını sağlamak amacının arkasındadır” “Uluslararası antlaşmaların Ermenistan’da hukuki sonuç doğrulabilmesi için uluslararası hukuk bakımından geçerli olması ve Ermeni hukuk sisteminin parçası olması için Ermenistan Anayasasının 6. Maddesine uygun olmalıdır.” şeklinde alınan kararlar sonrası Ankara, Ermenistan’ın 1921 Kars antlaşmasını tanımadığını ve dolayısıyla Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımadığı şeklinde yorumlanmıştır.-
- Ermeni Diasporasının 2010’da ABD Kongresinin bir alt biriminde (Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu) soykırım kararını çıkarılmasında etkili olması,
- Bölgesel güç olarak Rusya’nın çıkarlarının, Türkiye’nin hamleleri ile uyuşmaması,
- Muhalefet partilerinin süreci olumsuz karşılaması, -Ermenistan’da iktidar yanlısı Taşnak Partisi, Türkiye’de ise muhalefet partileri CHP ve MHP, Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistan ziyaretine sert bir şekilde karşı çıkmıştır.-
Futbol ve siyaset ilişkisini ortaya koyması yönüyle önemli örneklerden birisi olan bu süreç “futbol yalnız futbol değildir” mottosunun haklılık payını gösterse de umulduğu gibi sonuçlanmamıştır. Tıpkı futbolun Filozofu Dr.Sócrates’in Corinthians Demokrasisi’yle yarattığı momentumun harika ama başarısız olması gibi. Ancak unutulmamalıdır ki Dr. Sócrates sonucu değiştirememiştir, fakat sonucun değişmesi için elinden geleni ölene kadar sürdürmeye devam etmiştir. Ve dâhi Dr. Sócrates, günümüz spor dünyasında da siyaset dünyasında da hala bir sembol ve değer olmaya devam ediyor.
Oktay KAYMAK