Giriş
İkinci dünya savaşının bitmesiyle başlayan Soğuk Savaş, ABD ve SSCB’nin liderlik ettiği iki blok arasında yaşanmıştır. İki süper güç ve oluşturdukları bloklar arasında yaşanan süreç daha çok ideolojik ve askeri temeller üzerinde seyretmiştir. Soğuk Savaşın sona ermesi ile bu dinamiklerde önemli değişiklikler yaşanmıştır. Soğuk Savaş sonrasında uluslararası ilişkilerde ekonomi, ticaret ve finans konuları öne çıkmış, askeri ve ideolojik çatışma sebeplerinin büyük ölçüde ortadan kalkmasıyla devletler ekonomi ve ticarette rekabete yoğunlaşmışlardır.[1]
Bu durum aktörlerin dış politikalarıyla birlikte toplumlar arası etkileşimi de arttırmıştır. Ekonomi ve ticarette artan bu yoğunluk beraberinde karşılıklı bağımlılığı da arttırmıştır. Toplumlar arasında ortaya çıkan ve ekonomik duyarlılık ile artan karşılıklı bağımlılık devletlerin dış politikalarına yansımış, böylece uluslararası ilişkiler ekonomi temelli ilişkiler üzerine oturtulmuştur.[2] Soğuk Savaş sonrasında karşılık bağımlılıkla birlikte devletlerarası ilişki işbirliği düzeyinde de devam etmiştir. Bu iki durumdan birinin devletler arasında görülmesinde devletlerin sistem içerisinde sahip oldukları güç, ekonomik ve güvenlik hassasiyetleri öne çıkan faktörlerdir.
Devletlerarası ilişkilerde işbirliği, ortak çıkar ve ortak zarar temelinde gerçekleşmektedir. Ortak sorunları gidermek, üretim maliyetlerini düşürmek ve verimliliği arttırmak gibi ortak fayda sağlayacak faktörler devletleri işbirliğine götürmektedir. Bununla birlikte farklı ülkeler arasında karşılıklı bağımlılık ilişkisi de söz konusu olmaktadır. Karşılıklı bağımlılık, taraflar üzerinde mutlaka mali bir yük oluşturan ve taraflardan birinin otonomisine diğerine nispeten daha fazla sınırlama getiren bir durumdur.[3] Karşılıklı bağımlılık durumunda işbirliğinde olduğu gibi çıkarlar tam olarak dengelenmez. Ayrıca karşılıklı bağımlılık ilişkisinin söz konusu olduğu devletler arasında olumsuz bir gelişmeden etkilenme durumu bir taraf için daha hayati bir öneme sahiptir.[4] İşbirliğinden farklı olarak karşılıklı bağımlılık ilişkisi aktörler üzerinde mutlaka bir olumsuzluk oluşturacaktır.
Belirtilen şekilde 20. yy devletlerarası karşılıklı bağımlılık ve işbirliği, hem artan sanayileşme ve onun getirdiği enerji kaynaklarına olan ihtiyaç hem devletlerin ortaya çıkan güvenlik algıları ve hem de yoğunlaşan ekonomik ilişkiler bağlamında gerçekleşmeye başlamıştır. Soğuk Savaş döneminde var olan devletlerarası etkileşimler ve kurulan ittifak ve işbirlikleri güvenlik algılamaları çerçevesinde gelişmiştir. 3 Aralık 1989 da Soğuk Savaş’ın bitmesi ile iki kutuplu sistem ortadan kalkmış, devletler bir önceki döneme göre daha liberal politikalar izlemeye başlamıştır. Bu durum da devletlerarasında ekonomik ve ticari ilişkileri yoğunlaştırırken işbirliği ve karşılıklı bağımlılık gibi farklı etkileşimleri de beraberinde getirmiştir.
Iran 1979 da gerçekleşen İslam Devrimi sonrasında başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler tarafından tehdit olarak algılanmaya başlanmıştır. Soğuk Savaş sonrasında da sistemde başat güç olarak kalan ABD ile ilişkileri gerilerek devam etmiştir. Bununla birlikte devrim sonrası Körfez Ülkeleri ile de bozulan ilişkilerin düzeltilmeye çalışılması engellenmiştir. 1993 yılından itibaren de ABD İran’a ikili sıkıştırma politikası uygulayarak bir taraftan dünya barışı ve güvenliğini tehlikeye sokan bir tehdit kaynağı sayılırken diğer taraftan da İran petrollerine yapılacak bütün yatırımlar engellenmeye çalışılmıştır.[5] İran ise bu yalnızlaştırma politikalarına karşılık Rusya ile ilişkilerini arttırırken devrim sonrasında mesafeli durmayı tercih ettiği Çin ile de önemli ikili işbirliği ilişkileri geliştirmeye başlamıştır.
1976’de Deng Xiaoping ile başlayan reform politikaları artan ticaret ve sanayi ile birlikte Çin’in enerji ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. İran-Irak savaşında İran’ın en büyük silah tedarikçisi olan Çin ilk defa bu yıllarda İran’dan petrol tedarik etmeye başlamıştır. Soğuk savaş sonrasında ise hem İran’a uygulanan yalnızlaştırma politikaları hem İran-Irak savaşı sırasındaki Çin yardımları hem de Çin’in enerjiye olan ihtiyacı iki ülke arasında ki işbirliğini arttırmıştır.
İran’ın geçmişten beri maruz kaldığı yaptırımların ekonomik ve siyasi sonuçlarını hafifletmek için sistemde önemli bir ekonomik güce sahip ve ABD’ye alternatif olabilecek Çin ile artan yakınlaşması uluslararası ilişkilerde büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmanın ilk bölümünde karşılıklı bağımlılık yaklaşımının kısaca teorik çerçevesi ele alınacaktır. İkinci bölümde ise Soğuk Savaş sonrasında öncelikli olarak İran-ABD ilişkilerine ve Çin’in yeni düzendeki durumuna odaklanılacaktır. Üçüncü bölümde ise rejim değişikliği sonrası uluslararası sistemde yalnızlaştırılan ve hegemon güç tarafından tehdit olarak lanse edilen İran ve uluslararası sistemde büyüyen ekonomik gücü ile etki alanını genişleten Çin arasında ki ilişkinin işbirliği mi karşılıklı bağımlılık mı olduğu sorusuna yanıt aranacaktır. Ayrıca çalışmamızda ABD’nin hem İran hem de Çin ile ilişkileri göz önüne alınarak ele alınması sorumuzun cevaplanması için önem ifade etmektekdir.
Karşılıklı Bağımlılık Kuramı
Karşılıklı bağımlılık yaklaşımı devletler arasında parasal, mali, toplumsal ve güvenlik konularını kapsayan karşılıklı etkileşimi açıklar. Ticaretin serbestleşmesini engelleyen faktörlerin ortadan kalkması modern karşılıklı bağımlılığın temellerini oluşturmuştur.[6] AB ekonomik entegrasyonu ve Soğuk Savaş’ın bitmesi ile bloklaşan yapının dağılmasına bağlı olarak ekonomide artan liberalleşme buna örnek gösterilebilir.
Joseph S. Nye “Interdpendence and Power” adlı çalışmasında karşılıklı bağımlılık yaklaşımını; “sistemin farklı yerlerinde, olayların ve aktörlerin birbirlerini etkilemesidir” şeklinde tanımlamaktadır. Yani karşılıklı bağımlılık da olumlu etki olabileceği gibi olumsuz etkiler de mevcuttur. İşbirliğinde olduğu gibi sadece kazanç ve fayda getirmez. Karşılıklı bağımlılık ve işbirliği bu noktada birbirinden ayrılmaktadır. Burası göz önüne alınarak, karşılık bağımlılığın taraflar üzerinde bir maliyet oluşturduğu ve tarafların özerkliğini sınırlandırdığı varsayılmaktadır.[7] Neo-realistlere göre karşılıklı bağımlılık fikri, devletler arasında eşitliğin olduğunu ve küresel güçlere karşı herkes için bir savunmasızlık durumunun mevcut olduğunu iddia etmelerinden dolayı aldatıcıdır çünkü hegemon güçler karşılıklı bağımlılığın kurallarını kendileri şekillendirmektedir.[8]
Yukarıda anlatılanları formülüze etmek gerekirse, her iki taraf için de bir takım olumsuz sonuçların mevcut olduğu karşılıklı bağımlılık durumunda taraflardan biri için bu durum daha hayati öneme sahiptir. Örnek olarak İ devletinin Ç devletine ihtiyacı daha fazladır ve bu durum Ç devleti için önemli bir pazarlık gücü oluşturmaktadır ve İ devleti bu ilişkiye karşı oldukça hassas ve etkilenebilirliliği daha fazladır.[9] Karşılıklı bağımlılık arttıkça da devletlerin kırılganlıkları artacaktır. Bu durumda da avantajlı olan taraf diğer tarafa bunu bir güç unsuru olarak kullanacaktır.
Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistem
Sovyetlerin dağılması ile 1990’da iki kutuplu sistemin var olduğu Soğuk Savaş sona ermiş ve ABD’nin sistemde tek hakim güç olduğu döneme geçilmiştir. ABD mevcut askeri güç unsurları ve finansal ve ekonomik üstünlüğü ile yeni sistemde tek egemen güç olmayı hedeflemiştir. Yeni dönemin başında ABD yayımlanan Ulusal Güvenlik Belgeleri ile tek kutuplu sistemin önemi üzerinde durmuş ve karşında yeni rakip güçlerin ortaya çıkmasına izin vermeyeceğini vurgulamıştır.[10] Bununla birlikte ABD sistemin tamamı üzerinde hakimiyet kurarak tam bir hegemon olamamıştır. Askeri ve siyasi bakımdan düşünüldüğünde Soğuk Savaş sonrasında ABD’nin lider konumunun devam ettiği görülürken, ekonomi-politik bakımdan düşünüldüğünde ise uluslararası sistemin çok merkezli bir yapıya sahip olduğu görünmektedir.[11] Bu çok merkezli yapı içerisinde Rusya, Japonya, Çin gibi ülkelerin yanı sıra AB ve APEC gibi bölgesel entegrasyon ve iş birliği grupları da yer almıştır.
İki kutuplu sistemin ortadan kalması ile ekonomide liberalleşme her geçen gün artarak daha da belirgin hale gelmiştir. Çok merkezli bir yapıya bürünen uluslararası ekonomik yapı devletler ve devlet dışı aktörler arasında önemli iş birliklerini de beraberinde getirmiştir. Bu açıdan değerlendirildiğinde ise Soğuk Savaş sonrası dönemde büyük ekonomiler çıkarlarına hizmet eden liberal ekonomik sistemin devamı taraftarı olmuşlardır.[12] Bununla birlikte 11 Eylül saldırıları da Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistem için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu süreçten sonra ABD güç kaybetmeye başlamış ve sistemin tek kutuplu olmadığı da daha net bir şekilde görülmüştür.[13]
Soğuk Savaş öncesinde Orta Doğu da yaşanan önemli gelişmeler Soğuk Savaş sonrasında da bazı kritik süreçlerin yaşanmasını tetiklemiştir. 1979 da gerçekleşen İran İslam Devrimi ile ABD Orta Doğu da önemli bir müttefikini kaybetmiştir. ABD’nin İran’da ki milyon dolarlık yatırımları ve İran’dan gelen savunma ihracatı gelirleri kesilmiştir.[14] Durumu fırsata çevirmek isteyen Saddam Hüseyin İran’ı kendi rejimi için tehdit olarak görmüş ve 1988’e kadar sürecek olan savaşı başlatmıştır. Irak bu süreçte ABD’den önemli miktarda silah yardımı alırken, İran ise ilişkilerde çekimser yaklaştığı Çin’den önemli miktarda silah tedarik etmiştir. 1990 da Irak’ın Kuveyt’i işgaline müdahale eden ABD Körfez Savaşı sorası bölge ülkeleri üzerinde ki hâkimiyetini arttırmıştır. 1993 yılında ise İran’a karşı “Çifte Kuşatma” adı verilen stratejiyi uygulama kararı almış ve bunu 1995 Mayıs ayında ekonomik ambargo yaptırımı ile uygulamaya koymuştur.[15] 1997 yılında İran Cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Hatemi 8 yıllık yönetimi boyunca ekonomik ve siyasi kalkınmaya önem vermiştir.[16] Bu bağlamda Hatemi ABD yönetimine diyalog çağrısı yapış ve ekonomik ambargonun kaldırılması istenmiştir.[17]
Tüm bu çabaların sonuçsuz kalması ile birlikte 2000 yılında yapılan seçimler ile ABD başkanı seçilen George W. Bush ile ilişkiler daha da gerilmiştir. “Yeni Muhafazakarlar” olarak adlandırılan Bush yönetimi uluslararası arenada terörle mücadeleyi temel hedef yapmıştır. Bush’un “Diğer ülkeler ya ABD’yle birlikte ya da ABD’nin karşısındadırlar.” ifadesiyle karalılık açık bir şekilde vurgulanmıştır. 11 Eylül saldırılarıyla birlikte ABD İran’ın da içinde bulunduğu terör destekçisi devletleri şer ekseni olarak tanımlamıştı. 2005 yılı içerisinde İran’da yapılan seçimlerle Cumhurbaşkanı seçilen Mahmud Ahmedinejat bölgede ABD’nin elini güçlendirecek adımlar atmıştır.[18] Hatemi’nin aksine daha sert söylemler ve nükleer programa devam edeceğini açıklaması başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin büyük tepkisini çektir. Atom Enerjisi Kurumu ile yaşanan sorunlar nedeniyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ile İran’a yönelik yeni yaptırım kararları alınmıştır.[19]
Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu siyasetini ABD-İran ilişkileri gergin devam ederken uluslararası ilişkilerde ekonomik ve ticari ilişkiler artmış ve çok boyutlu ticari ilişkiler geliştirilmiştir. Hiç kuşkusuz bu artan ve genişleyen ticari ilişkilerde Çin faktörü önemli rol oynamaktadır. 1978 yılından itibaren Deng Xiaoping’in endüstriyel reform ve yapısal dönüşüm hamlesi ile Çin de önemli bir endüstriyel gelişme gerçekleşmiştir. Ama Çin için asıl önemli gelişme, 1993 sonrasında dünya ticaretini ve doğrudan yatırımları ülkesine çekmek olmuştur. En önemli yapısal dönüşümü ise 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü üyeliği ile gerçekleşmiştir. Dünya ticareti ile entegrasyon hedeflenmiş ve ülkede ihracat ve yatırım odaklı büyüme yerleşmiştir.[20] Çin uluslararası ticaret de gerçekleştirdiği bu hamlelerle, yayımlanan IMF verilerine göre, çift haneli büyüme rakamlarına ulaşmıştır ve önemli miktarda döviz rezervi elde etmiştir. Gelişen üretim kapasitesine ve büyüyen ekonomiye paralel olarak her büyük güç gibi Çin’in de başta petrol olmak üzere enerji kaynaklarına olan ihtiyacı artmıştır. Hiç kuşkusuz bu durum Çin’i başta Körfez ülkeleri olmak üzere enerji zengini ülkelerle ilişkiye zorlamıştır. Bu durum gerek ekonomisinde ki büyümeyle sistemde ABD’ye karşı bir tehdit oluşturması gerekse İran ile Orta Doğu’da kurduğu ilişkiden dolayı Çin ve ABD’yi karşı karşıya getirmiştir. ABD ve Batı ile ticari ilişkilerini arttırarak sürdürmeği hedefleyen Çin sert tavırlardan kaçınarak ABD’nin egemen konumuna karşı “Yumuşak Dengeleme” yaklaşımını tercih ettiği görülmektedir.[21] Bu bağlamda Çin ilk adımını Soğuk Savaş sonrasında Körfez Savaşı’na karşı tutumu ile göstermiştir. BM Güvenlik Konseyi’nde Irak’a karşı yaptırım ve askeri müdahale kararlarını destekleyerek pozitif bir dış politika izlemiştir.[22] Bununla birlikte İran ile ilişkilerini de geliştirirken, ABD’nin İran’a karşı gerek ekonomik gerekse nükleer yaptırımlarına da bağlı kalmıştır.
Yukarıda anlatıldığı şekliyle Soğuk Savaş sonrasında İran ve Çin’in durumu ABD ile ilişkileri bağlamında ele alınmıştır. Bu durum elbette ki ABD’nin sistemi kontrol eden bir güç olduğundan aktörler üzerindeki etkisinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca bu üç aktörün birbirleri ile bağlantılı ilişkisi cevabını aradığımız soru için de önemli bir dayanak olacaktır.
Soğuk Savaş Sonrası İran-Çin İlişkileri: İşbirliği Mi? Karşılıklı Bağımlılık Mı?
İran-Çin diplomatik ilişkileri 1971’de başlamıştır. Şah dönemi İran’ın ABD ile olan müttefiklik ilişkisi iki aktör arasında ki yakınlaşmayı geciktirmiştir. Devrim sonrasında Ayetullah Humeyni Çin’e ihtiyatlı yaklaşırken, İran-Irak savaşı sırasında Çin’in İran’a önemli miktarda silah satışı ikili ilişkilerin temelini oluşturmuştur. Devrim sonrasında hem ABD’nin yaptırımları ile uluslararası ilişkilerde yalnızlaşması hem de Çin’in artan enerji ihtiyacı bu ikili etkileşimi gerekli kılmıştır. Bunun dışında Çin yumuşak dengeleme yaklaşımı çerçevesinde zaman zaman İran üzerinden ABD’ye meydan okuma girişimlerinde de bulunmaktadır.
İran-Çin arasındaki etkileşimin düzeyini tartışmadan önce iki devlet arasındaki ekonomi ve enerji bağlamında ilişkilere değinmek yerinde olacaktır. Çin’in İran ilişkileri sadece enerji üzerine kurulu değildir. İran ekonomisine yapılan doğrudan yabancı yatırımlarda Çin birinci sırada yer almaktadır. 100’ün üzerinde Çinli şirket İran da faaliyet göstermektedir ve petrol dışında alüminyum, bakır ve kömür endüstrilerinde önemli yatırımlara sahiptir.[23] Ticari ilişkilerde diğer bir faktörde silah satışıdır. 1991 Körfez Savaşı sonrasında Çin’den C-802 füze sisteminin alınmasıyla birlikte birçok silah anlaşması imzalanmıştır ama 1997 de ABD’nin Çin’e yaptırım uygulama tehdidiyle iptal edilmiştir.[24] Kesintiye uğrayan silah ticareti 2000’li yıllarda tekrar artışa geçmiş ve 2005-2009 yılları arasında İran Pakistan’dan sonra Çin’in ikinci silah alıcısı olmuştur.
İran ekonomik anlamda önemli bir pazara sahiptir ama ABD’nin devrim sonrasında İran’a karşı tutumu ve ekonomik yaptırımları İran’ın elini dış politikada zayıflatmıştır. Özellikle Soğuk Savaş sonrasında uluslararası konjonktür de yaşanan önemli değişim İran üzerindeki baskıyı arttırmıştır bu durum da İran ekonomisinde önemli düzeyde daralmalara sebep olmuştur. Diğer taraftan ekonomik anlamda önemli büyüme performansı gösteren Çin için İran önemli bir pazar haline gelmiştir. Çin hem büyüyen ekonomisi için yeni bir pazar olması yönüyle, hem enerji ithalatının güvenliği için hem de İran jeopolitik havzasında ABD’ye rağmen kendisine alan açmak adına İran ile enerji dışında da ticaretini geliştirmeyi önemli görmüştür.
İran-Çin ilişkilerinde diğer önemeli bir kalem ise şüphesiz enerjidir. Çin hem jeopolitik konumu hem de zaman zaman gelen yaptırımlarla düşen petrol fiyatlarına bağlı olarak İran ile petrol ticaretini arttırarak devam ettirmiştir. Bununla birlikte 1980’ler de başlattığı nükleer çalışmaları başta ABD ve Batı ülkeleri tarafından büyük tepkiyle karşılanırken Çin tarafından ilk zamanlardan beri önemli destek görmüştür. Gerek uluslararası sistemde yalnızlaşan İran’a karşı pazarlık gücü elde etmek gerekse de ABD’ye meydan okumak ve varlığını daha güçlü hissettirmek adına İran’ın nükleer çalışmalarına desteği stratejik bir hamle olarak kabul edilmiştir.
Petrol her iki ülkenin de ekonomisinde önemli bir yere sahiptir. Çin büyüyen ekonomisini devam ettirmek için önemli miktarda petrole ihtiyaç duymaktadır. Çin’in petrol ithal ettiği ülkeler arasında İran 7. sırada yer almaktadır. Diğer taraftan İran ekonomisi için de petrol önemli bir yer tutmaktadır. Ancak Çin’e oranla İran’ın petrolünü ihraç etmesi, uzun süredir devam eden uluslararası baskı sebebiyle, ekonomisi için hayati öneme sahiptir. Çünkü Çin enerji güvenliği adına kaynaklarını olabildiğince çeşitlendirmiştir. Ayrıca İran’ın petrolünü ihraç ettiği ülkeler arasında Çin 1. sıradadır ve İran petrolünün %26 gibi büyük bir oranını Çin’e satmaktadır. Uygulanan yaptırımlarla da zaman zaman petrol ihracatında önemli düşüşler yaşamaktadır. Bunların yanı sıra İran’ın Hazar Denizine kıyısı olması ve Körfezde ki jeostratejik ve jeopolitik konumu göz önünün bulundurulduğunda Çin için enerji denklemindeki yerinin önemli olduğu görülecektir.[25] Her ne kadar İran petrolü Çin için önemli olsa da tamamen vazgeçilmez değildir. 2011 yılında ABD ve Avrupalı devletleri tarafından nükleer çalışmalarından dolayı İran’a yaptırım kararı almıştır. Çin bu yaptırımları kabul edip azda olsa İran’dan petrol ithalatında kısıtlamaya gitmiştir. Bu hamlesiyle hem uluslararası arenada ABD ile ters düşmek istemediğini göstermiş hem de gelecek hedefleri için küresel siyasetinde İran’ı görmezden gelebilmiştir. Petrol ithalatındaki hamleleriyle birlikte Azadegan, Yadavaran 1 ve 2 petrol sahalarında sondaj yapma yetkisine sahip olmuştur.[26]
İran-Çin ilişkisinin enerji bağlamında petrolün yanı sıra nükleer alanda işbirliği de önemli bir unsurdur. Çin İran’ın nükleer programına, 1985 yılında Rafsancani’nin Çin ziyareti sırasında imzaladığı gizli bir anlaşma ile dahil olmuştur.[27] 1991 yılında yapılan anlaşma ile Çin İran’a 20 MW’lık ve 1992 de yapılan ikinci bir anlaşma ile de 300 MW’lık bir reaktör verme konusunda anlaştıklarını açıklamıştır. Soğuk Savaş sonrası konjonktüründe imzalanan anlaşmalar yine ABD engeline takılmıştır. 1995 yılında New York da yapılan bir toplantıda Tayvan meselesinden dolayı ABD-Çin ilişkileri gerilmiş, uzlaşı için Çin’in İran’nın nükleer programından çekilmesi istenmiştir.[28] Uluslararası bir toplantıda egemenlik iddia ettiği yumuşak karnı Tayvan’ın mevzu bahis edilmesi ile Çin tarafından 1997 yılında İran’ın nükleer çalışmalarına yardım yapılmayacağı ilan edilmiştir. Bununla birlikte BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olarak Çin sonraki süreçte BMGK da İran nükleer programına karşı yaptırım oylamasında veto hakkını kullanmamış ama alınan yaptırım kararlarının uygulanmasında daha esnek davranarak bir kez daha küresel siyasetti için İran’ı ikinci plana itebileceğini göstermiştir.
Yukarıda açıklanmaya çalışıldığı üzere İran-Çin ilişkilerinde özellikle Soğuk Savaş sonrasında iş birliği yerine tam bir karşılıklı bağımlılık hakimdir. Bu karşılıklı bağımlılık durumunda tarafların ikili ilişkiye gösterdiği hassasiyet aynı olmadığı gibi olası bir yaptırım ve uluslararası baskı karşısında da tarafların etkilenme dereceleri de aynı değildir. Çin hem enerji arzını çeşitlendirmesi adına hem Körfez siyasetinde yer almak bakımından hem de İran üzerinden ABD’ye karşı sessiz meydan okumalar adına ilişkilere önem vermiştir. Buna karşılık yürüttüğü “Barışçıl Yükseliş” siyaseti çerçevesinde Çin, ABD ile çatışmama adına İran’ı ikinci plana itebilmiştir. İran ise ABD yaptırımlarından dolayı daralan ekonomisini canlı tutma çabası ile Çin’in bu gelgitlerine rağmen ikili ilişkiyi sürdürmek zorunda kalmıştır. Bu durum ise Çin’in İran karşısındaki pazarlık gücünü arttırmıştır.
Sonuç
Soğuk Savaş sonrasında hem ticaret de liberalleşme hem de uluslararası sistemin ABD’nin hakim olduğu tek kutupluluğa doğru evrilmesi beraberinde önemli konjoktürel değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Soğuk Savaş öncesinde İran’da yaşanan İslam Devrimi hiç şüphesiz Soğuk Savaş sonrasını etkilemiştir. ABD Orta Doğu’da İran’ın radikal yükselişini tek güç olarak kaldığı Soğuk Savaş sonrası dönmede fırsata çevirmiş Körfez’in ve Batı’nın güvenliğini sağlamak adına önemli adımlar atmıştır. Elinde bulundurduğu ekonomik, politik ve askeri gücüyle küresel siyaset de etkisini arttırmıştır. 11 Eylül saldırıları ile güvenlik algılaması değişmiş ve uluslararası siyaset de önemli bir itibar kaybına uğramıştır. Başta İran olmak üzere bazı terör destekçisi ülkeleri şer ekseni olarak tanımlayarak diğer egemen devletleri de bu ülkelere destek veren ve ABD’nin yanında yer alan ülkeler şeklinde konumlandırarak politikalar geliştirmiştir.
Diğer taraftan 1978 de endüstriyel anlamda önemli adımlar atan Çin hızlı bir büyüme performansı yakalamıştır. Artan üretimi ve büyüyen ticaret ağı ile Çin uluslararası ilişkilerde etkisini de arttırmıştır. Buna bağlı olarak enerjiye olan ihtiyacı artmış ve enerji güvenliği ulusal güvenlik olarak algılanmaya başlanmıştır. Enerji güvenliği için enerji kaynaklarını çeşitlendirme açısından Orta Doğu’da önemli diplomatik ilişkiler kurmuştur. Uygulanan yaptırımlar ve uluslararası baskı sonucunda yalnızlaşan İran da Çin için göz ardı edilemeyecek bir enerji tedarikçisi konumuna gelmiştir. Bununla birlikte İran’ın uygulanan ambargolardan dolayı ikili ilişkilerde önemli bir pazarlık gücü elde etmiştir. Hem bu konumunu kullanarak İran’ın petrol sahalarında ve ticaretinde önemli imtiyazlar elde etmiş hem de İran’a uygulanan yaptırımlara karşı ABD ile çatışmamak ve düzen bozan aktör olarak algılanmak için sessini yükseltmemiş esnekte olsa kararları uygulamıştır.
İran-Çin ilişkilerinde, İran’ın aleyhine tam bir karşılıklı bağımlılık durumunun olduğu ortadadır. İncelenen veriler, yayılan ulusal ve uluslararası akademik çalışmalar da bu tezi destekler niteliktedir. Soğuk Savaş sonrasında gelişmeye başlayan bu karşılıklı bağımlılık ilişkisi bağlamında elde ettiği pazarlık gücüyle Çin, İran-Çin ilişkilerinin yönlendirici konumunda olmuştur.
Mehmet Fatih ARGIN
Kaynakça
Adıbelli, B. (2006). Büyük Avrasya Projesi ABD, Rusya ve Çin’in Varolma Mücadelesi. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
Alperen, Ü. (2018). Reel Politik Düzlemde İran-Çin İlişkileri . Ankara: İran Araştırmaları Merkezi.
Arı, T. (2013). Uluslararası İlişkiler Teorileri. Bursa: MKM Yayıncılık.
Burchill, S. (2013). Uluslararası İlişkiler Teorileri. İstanbul: Küre Yayınları.
Efegil, E., & Musaoğlu, N. (tarih yok). Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Uluslararası Sistemin Yapısına İlişkin Bir Model Çalışması.
Emiroğlu, H. (2008). Soğuk Savaş Sonrası Çin’in Orta Doğu’ya Yönelik Dış Politikası. K. İnat, & M. Ataman içinde, Orta Doğu Yıllığı 2006 (s. 463-482). Sakarya: Nobel Yayınevi.
Gözen, R. (1997). Soğuk Savaş Sonrsı Dönemde Uluslararası İlişkiler: Küreselleşme Perspektifi. Liberal Düşünce, 74-91.
Mackenzie, P. (2010). A Closer Look At China-Iran Relation. CNA China Studies.
Şöhret, M. (2011). Soğuk Savaş Sonrası Avrasya’nın Değişen Jeopolitiği ve Türkiye İçin Önemi. H. Çomak içinde, Dünya Jeopolitiğinde Türkiye (s. 85-157). Hiperlink Yayınları.
Ünay, S. (2012). Entegrasyondan Rekabete: Küresel Ekonomi Politik Sistemde Çin. S. Çolakoğlu içinde, Dünya Düzeninde Çin ve Türkiye-Çin İlişkileri (s. 13-39). Ankara: USAK Yayınları.
Yeğin, A. (2013). İran Siyasetini Anlama Kılavuzu. İstanbul: SETA Yayınları.
Yıldırım, Y. (2015). Richart Rosecrance’nin Sistem Modeli Perspektifinden Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistemin Analizi. Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, s. 179-207.
Asl, K. Nasser (2009). 1979 Sonrası İran’ın Orta Doğu Politikası ve Bölge Ülkeleri İle İlişkileri. Yayımlanmış doktora tezi, Gazi Üniversitesi, Ankara.
[1] Ramazan GÖZEN, “Soğuk Savaş Döneminde Uluslararası İlişkiler: Küreselleşme Perspektifi,” Liberal Düşünce, Vol.2, No.7 (Yaz, 1997), s.76
[2] A.g.m, s.77
[3] Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Bursa: MKM Yayıncılık, 2013, s.322
[4] A.g.e, s.323
[5] Nasser Kashef Asl, 1979 Sonrası İran’ın Orta Doğu Politikası ve Bölge Ülkeleri İle İlişkileri, Yayınlanmış Doktora Tezi, Ankara, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, s.45
[6] Scott Burchill et al., Uluslararası İlişkiler Teorileri, Küre Yayınları, 2013, s.96
[7] Arı, a.g.e. s.322
[8] Burchill et al., a.g.e. s.100
[9] Arı, a.g.e. s.325
[10] Ertan Efegil ve Neziha Musaoğlu, “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Uluslararası Sistemin Yapısına İlişkin Bir Model Çalışması”
[11] Mesut Şöhret, “Soğuk Savaş Sonrası Avrasya’nın Değişen Jeopolitiği ve Türkiye İçin Önemi”, Hasret Çomak (der.), Hiperlink Yayınları, 2011, s.85-157
[12] A.g.m
[13] Yusuf Yıldırım, “Richart Rosecrance’nin Sistem Modeli Perspektifinden Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistemin Analizi”, U.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 7, No 2, 2015, s.179-207
[14] İsmail Yurdakurban, Devrim Sonrası İran Dış Politikası, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Konya, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007, s.22
[15] Yurdakurban, A.g.e. s.36
[16] Abdullah Yeğin, H. (2013). İran Siyasetini Anlama Klavuzu (Rapor). İstanbul: SETA
[17] Yurdakurban, a.g.e. s.42
[18] A.g.e s.48
[19] Yeğin, a.g.e. s.45
[20] Sadık Ünay, “Entegrasyondan Rekabete: Küresel Ekonomi Politik Sistemde Çin”, Selçuk Çolakoğlu (der.), Dünya Düzeninde Çin ve Türkiye-Çin İlişkileri, Ankara, , 2012, s.21
[21] Ünay, a.g.e. s.30
[22] Hüseyin Emiroğlu, “Soğuk Savaş Sonrası Çin’in Orta Doğu’ya Yönelik Dış Politikası”, Kemal İnat ve Muhittin Ataman (der.), Orta Doğu Yıllığı 2006, Sakarya, 2008, s.464
[23] Peter Mackenzie, Sep. (2010). A Closer Look At China-Iran Relation (Rapor). CNA China Studies
[24] Barış Adıbelli, Büyük Avrasya Projesi ABD, Rusya ve Çin’in Varolma Mücadelesi (İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2006), 143
[25] Ümit Alperen, Ş. (2018). Reel Politik Düzlemde İran-Çin İlişkileri (Analiz). Ankara: İran Araştırmaları Merkezi
[26] https://www.eia.gov/beta/international/analysis_includes/countries_long/Iran/iran.pdf
[27] Alperen, a.g.e.
[28] Adıbelli, a.g.e.