SÜREKLİLİK VE DEĞİŞİM BAĞLAMINDA TÜRK DIŞ POLİTİKASI: ANAP-AK PARTİ KARŞILAŞTIRMASI

TARİH BALKANLAR KAFKASYA & ORTA ASYA BATI ASYA

Süreklilik” (benzerlik) ve “değişim” (farklılık) bir ülkenin dış politikasında takip edilen iki önemli strateji. Dış politikada, süreklilik ve değişim birbirine alternatif değil, birbirini tamamlayan iki unsur olmalıdır.

Türkiye dış politikasında, “süreklilik” ve “değişim” stratejisi dönem dönem yer değiştirmiştir. Türkiye’nin dış politikasında karar alma mekanizmaları yeri geldiğinde Batı ile ilişkileri sürdürerek, önceki dönemden gelen politikaları devam ettirmiş, bazen de yüzünü Batı’dan dönüp farklı bir politikayla değişim göstermiştir.

Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle dış politikası ‘yüzünü Batı’ya dönme’ şeklinde kurumsallaşmıştır. 1950’lerden sonra hem seçimle gelen iktidarlar hem de askeri vesayet dönemlerinde Batı ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilerin sürdürülmesi esas alınmıştır. Ancak dönem dönem bu politikadan da uzaklaşılmıştır. Bunda Kıbrıs meselesi, Yunanistan ile yaşanan sorunlar, Ermeni ve Kürt meselesinde Batı’nın Türkiye aleyhine yorum ve raporları etkili olmuştur. Yine ABD ile yaşanan sorunlar, Türkiye’yi zaman zaman dış politikasında ‘yüzü Batı’dan dönmesine’ sebep olmuştur. Bu dönemlerde de özellikle Ortadoğu / İslam ülkeleri ve Orta Asya / Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler tesis edilmeye çalışılmıştır.

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ(AK PARTİ) DÖNEMİ DIŞ POLİTİKASINDA SÜREKLİLİK VE DEĞİŞİM

2002 yılına gelindiğinde iktidara gelen muhafazakar bir parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin dış politika stratejisi hem iç politikada hem de dış politikada merakla beklenmiştir. Özellikle siyasi Kemalist gelenek ve ordu tarafından Ak Parti’nin dış politika hamleleri ilgiyle izlenmiştir. Öte yandan Türkiye’nin yakın komşusu Irak’ta bir işgale hazırlanan ABD, Arap / İslam Ülkeleri ve Orta Asya / Rusya açısından da bu yeni iktidarın dış politikası bölgede yeni bir beklenti oluşturmuştur.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin dış politikasında “süreklilik” ve “değişim” stratejisi incelenirken süreci iki döneme ayırabiliriz. 2002 – 2009 arası ve 2009’dan sonra şeklinde iki dönem arasında Ak Parti dış politikası önemli bir değişim göstermiştir.

İktidara yeni geldiğinde, muhafazakar bir parti olarak üzerinde Kemalist blok ile ordunun baskısını hisseden Ak Parti iktidarı “süreklilik” bağlamında Batı ile ilişkileri devam ettirmiştir. Dış politikada Avrupa Birliği ve ABD ile ilişkiler önceki dönemlere benzer şekilde devam etmiştir. İktidara yeni gelen partilerin meşruiyetini Avrupa Birliği ve Batı ile ilişkilerde görmesi de önemli bir unsurdur. Yine ordunun siyaset üzerindeki baskısını azaltmak için de Avrupa Birliği ile ilişkiler önemsenmektedir.

Mayıs 2009’da dış politikada ‘danışman’ olarak etkide bulunan Ahmet Davutoğlu artık Dışişleri Bakanı olarak Türk Dış Politikasının temel karar alıcılarından biri durumuna gelmiştir. 2009 yılından sonra yaşanan bazı gelişmeler ile Türkiye dış politikada “değişim” bağlamında önemli farklılıklara imza atmıştır.

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ve dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dahil olduğu “Davos” süreci, Gazze’deki ablukayı kaldırmak ve Filistinlilere insani yardım götüren Mavi Marmara olayı, 2010 yılındaki Anayasa değişikliği, Arap Baharı’nın patlak vermesi Türkiye’nin yüzünü Batı’dan başka bölgelere döndürmüştür.

Türkiye yoğun olarak Arap ülkeleri ile ilişkiler geliştirmiş, özellikle Afrika’da ciddi anlamda yeni büyükelçilikler açılmış (2002-2012 arasında 27 yeni büyükelçilik) ve Türki cumhuriyetler ile yeni bir ilişki düzeyi başlatılmıştır.

Davutoğlu dış politika döneminin temel karakteristiği medeniyet temelli bir politika izlenmesi olmuştur. Ulus-devlet perspektifinden değil, Osmanlı mirası coğrafyalarda (Ortadoğu, Orta Asya, Afrika) medeniyet temelli bir politika oluşturulmuştur. Davutoğlu’nun bu stratejisi dış politika literatüründe ‘Yeni-Osmanlıcılık’ olarak da karşılık bulmaktadır.

Bu strateji Türkiye’nin yakın coğrafyasında ‘merkez’ / ‘akil’ ülke olma politikasını da göstermektedir. Nitekim, Mısır’da yaklaşık 30 yıl iktidarda kalan Hüsnü Mübarek’in devrilmesiyle iktidara gelen ve Mısır’ın seçimle başa gelen ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye ‘laik’ ülke olma tavsiyesinde de Türkiye’nin merkez ülke olarak kendisini model göstermesi söz konusudur. Yine Arap Baharı döneminde Türkiye’nin otoriter / diktatör rejimlerin karşısında durmuş ve ‘demokrasi’yi tavsiye etmiştir. Türkiye ve Ak Parti’nin model ülke / parti atılımı Ortadoğu coğrafyasında karşılık bulamamıştır.

Muhafazakar bir partinin başta olduğu dış politika sürecinde yeni muhafazakar aktörler de oluşmuştur. Örneğin İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) ve İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Türk dış politikasını etkileyen iki önemli aktör olmuştur. 2010 yılında İsrail’in Filistin topraklarındaki işgal ve zulüm politikasına karşı çıkan ve bu bağlamda Gazze’deki ablukayı kaldırmak ve insani krizi sonlandırmak için İHH’nin organize ettiği Mavi Marmara gemisinin uluslararası sularda İsrail askeri tarafından saldırıya uğraması Türkiye-İsrail ilişkilerinde tansiyonu yükseltmiştir. Türkiye-İsrail ilişkileri en düşük seviyeye gerilemiş ve bu süreçte İHH önemli bir rol oynamıştır. Yine 2011 yılında Arap Baharı olaylarının Suriye’ye sıçramasıyla, MAZLUMDER’in Suriye’deki iç savaşta insan hakları ihlalleri temelli raporları ve Şam yönetimini eleştirmesi Suriye ile ilişkileri de etkilemiştir.

Türk dış politikasında bu “değişim”, “süreklilik” unsurunun terk edildiği anlamına gelmemelidir. Nitekim 2011 yılında kurulan Avrupa Birliği bakanlığı ile de Türkiye ‘Batılı’ dış politika stratejisini de devam ettirmiştir. Davutoğlu’nun dışişleri bakanı olduktan sonra Türk dış politikasına getirmiş olduğu en büyük eleştiri, Türk dış politikasının bir “süreklilik”ten yoksun oluşudur. Bu bağlamda Davutoğlu özellikle önceki dönemlerde izlenen Batılı dış politikayı da sekteye uğratmamış ve bu yönde politikaların devamını önemsemiştir.

ANAVATAN PARTİSİ (ANAP) DÖNEMİ DIŞ POLİTİKASINDA SÜREKLİLİK VE DEĞİŞİM

Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde yaşanan bu gelişmeler ve değişimler Turgut Özal dönemiyle büyük benzerlikler göstermektedir. Bu bağlamda Ak Parti ve Anavatan Partisi (ANAP) hem iç politikada hem de dış politikada benzer bir strateji benimsemiştir. Ak Parti politikalarının ANAP dönemi stratejiyi tamamlayan bir sonuç ortaya çıkmaktadır.

Turgut Özal döneminde benimsenen ekonomide liberal politikalar ile dışa açılma süreci başlamış, dış ticaretin arttırılmasıyla küresel piyasalarla bütünleşme sağlanmaya çalışılmıştır.

Ak Parti’nin iktidara geldiğinde Avrupa Birliği ile ilişkileri devam ettirmesinin önemli sebeplerinden birisi de ordunun siyasetteki etkisini kırmaktı. Bu kapsamda 1980 askeri yönetiminden sonra iktidara gelen Turgut Özal’ın sivilleşmeye ve demokratikleşmeye yönelik politikalar kapsamında Avrupa Ekonomi Topluluğu/Avrupa Birliği ile ilişkilerin düzeyi artırılmıştır. Özal AET’ye yeni üyelik başvurusunu ve Batı ile ilişkilerin sürekliliğini önemsemiştir. Bu bağlamda 1987 yılında Özal döneminde, AET’ye yeni üyelik başvurusunda bulunulmuştur.

1980 askeri darbesinin kalıntıları sebebiyle Türkiye’nin önünde AET üyeliği için önemli engeller bulunsa da Türkiye, AET ilişkilerinde ısrarcı olmuştur.

Davutoğlu’nun takip ettiği medeniyet temelli dış politika Özal döneminde de karşımıza çıkmaktadır. Türk dış politikası, ulus-devlet temelinden çıkmış, Osmanlı bakiyesi yakın çevrede nüfuzu artırma stratejisi izlenmiştir. Davutoğlu döneminde olduğu gibi, Özal dönemindeki bu politika da ‘yeni-Osmanlıcılık’ olarak görülmüştür.

Bu dönemde, bir taraftan Türklük vurgusu ile Orta Asya’daki Türki cumhuriyetler arasında Türkiye’yi öne çıkarma, diğer yandan İslam ülkeleri arasında Türkiye’yi Müslüman dünyasının önderliğine taşıma politikası takip edilmiştir.

“Anadolu’daki Müslümanları Balkanlardakilerle birbirine bağlayan şey dindir” söylemiyle Turgut Özal, dış politikada Osmanlı’nın tarihi mirası ve İslami kimlik çerçevesinde bir söylem kullanmıştır.

Türk dış politikasında Ak Parti ve ANAP (Özal’ın başbakanlık dönemi 1983-1989 arası) arasında en belirgin farklılık Orta Asya üzerinde yaşanmıştır. Zira Soğuk Savaş döneminde Sovyet tehlikesine karşı ABD’nin önemli müttefiki olan Türkiye Sovyet etkisinde bulunan Türki cumhuriyetler ile ilişkisinde Batının baskısı bulunmaktadır.

Ancak Sovyetlerin dağılması ile iki kutuplu dünya düzeni yerini tek kutba bırakmış ve bu çerçevede küresel politikada SSCB’nin dağılmasıyla güvenlik algısında bir değişim söz konusu olmuştur. Türkiye’nin SSCB dönemi Orta Asya ile ilişkilerine Batı sıcak bakmazken, Ak Parti döneminde Orta Asya ile ilişkiler Batı gözünde daha ılımlı olmuştur.

Ancak 1991 yılının ikinci yarısında Türki Cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını ilan etmesi ile Türkiye’nin Orta Asya’ya olan ilgisi artmıştır. Rusya’dan çekinen Türkiye yeni devletleri tanımakta aceleci davranmamış ve Rusya’nın bu ülkelerin bağımsızlılarına karşı çıkmaması durumunda Türkiye SSCB’den ayrılan bütün bağımsız devletleri tanıyan ilk ülke olmuştur.

Bu dönemde Kafkaslar ve Orta Asya’daki yeni devletler ile ilişkiler Türk dış politikasının merkezine oturmuş ve bu durum “Adriyatik’ten Çin Seddine Türk dünyası” söylemi ile şekillenmiştir.

Ak Parti döneminde de Türkiye’nin önemli bir dış politika aracı olan Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) Özal döneminde kurulmuştur. Ak Parti döneminde TİKA Kafkasya ve Orta Asya’nın yanı sıra Afrika ve Balkan ülkelerinde de önemli faaliyetlerde bulunmuştur.

Sonuç olarak, Ak Parti (Davutoğlu/Erdoğan) ve ANAP (Turgut Özal) dönemleri dış politikasının temel karakteristiği İslamcı ve Batıcı kimliklerin bir arada olduğu denge politikası oluşturulmuştur. Söz konusu iki dönemde de; Türk dış politikasında Batı ile ilişkilerin sürekliliği korunurken, İslam ve Türk dünyası ile “değişim” izlenmiştir.

Nasrettin GÜNEŞ

Nasrettin GÜNEŞ
Nasrettin GÜNEŞ

Uluslararası İlişkiler | Siber Uzay & Siber Güvenlik Çalışmaları ng[at]nsrt.in

Yorum Yaz