İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Türklerin siyasi ve bil-netice ictimâi hayatında pek mühim bir ((Etape merhale)), bir inkılap başlatıcı olan Tanzimat devresiyle başlayan yeni Avrupaî edebiyatı mücerred bir şekilde telakki etmek ve öyle tetebba’ çalışmak doğru değildir.
Tanzimat, ba-husûstatbîk sahnesinde mu’azzel ve mütedâhil bir ictimâivâkıa mahiyetini almıştır. Bu devrenin edebiyatını layıkıyla anlamak için siyasi kafaları feşv ü nemâ bulan yeni fikirleri, bu yeni fikirlerin hayat sahnesindeki tecellilerini, siyasi Tanzimat’ın ‘alel-‘umûm cemiyet ve ma’ârif âlemlerinde meydana getirdiği neticeleri öğrenmek elzemdir. Esasen ((Edebiyat)) kelime kelimesinin medlûlü sadece şiir, hikâye tiyatro gibi edebi eserlerin etrafında toplanmamalıdır. Edebiyat mü’rahı bir devrin edebiyatını tedkîketmek isteyince o devri dolduran bütün fikir hareketlerini gözden kaçırmamak mecburiyetindedir: (( Tanzimat Edebiyatı)) ser levhasıyla yazmaya başladığımız bu müteselsil makalelerimizde biz, Tanzimat ile başlayan irfânı her teşebbüse, yani o devrin ((Encümen-i dâniş))inden tutunuz da, Dârü’l-Fünûnuna, Dârü’l-Fünûndaki tedrîsâtına, mesela bu devri tesciye eden ve yahut etmesi lazım gelen müsbet ilimlerin memlekete nasıl ve ne kadar girebildiğini, sonra gazeteciliğine ve bi’t-tabi’ etraflı sûrette edebi ederlerine, bu eserlerin mahiyetlerine kadar her faal ve harekete, her husûle muvafık olabildiğimiz derecelerde nüfûz etmeye çalışacağız.
Biz siyasi Tanzimat ile Avrupa milletleri ailesi içine girmeye çabalamış oluyoruz. Orada bu aileyi yaratan şey, ((Rönesans)) denilen fikir hareketidir. Çünkü Rönesans sayesindedir, ki kurûn-ı vasatînindînî zihniyeti ortadan kalkarak medeni hayatın her safhasında ((Lâik)) te’sîsât görünüyor. O halde, bizim Tanzimat’ımız esasta ((Rönesans))ın bir çocuğudur.
Biz, Avrupa milletleri ailesi içine girmek için kendimize model olarak Fransa’yı alıyoruz. Bu alışın zarûrî sebepleri var. Müte’âkib makalelerimizde sırasıyla geldikçe anlatacağız. Bugün şu ‘umûmi mülâhazamız arasında yalnız şunu söyleyelim ki asr-ı Avrupa Fransa’dan ‘ibaret değilken biz yalnız oraya baktık ve orayı, yani yanlı Fransa’yı benimseyerek taklîde uğraştık; mesela Tanzimat devresiyle başlayan yeni edebiyatımızın üslubunda Romantik bir çaşnî kendisini gösterdi çünkü o zaman Fransa’da bu meslek hakimdi. Buna rağmen Türk edebiyatında tam Romantik devrenin hala hulûl etmiş olduğu iddiâ edilemez.
Romantizm, milletlerin edebi hayatlarında bir merhaledir. Romantizm, her şeyden evvel bir milletin kendisini edebiyatta buluşudur. Milletler bu merhaleye vâsıl olunca eski edebiyatların nüfûzundan kurtularak kendi milli menba’larına giderler. Oralardan ilham alırlar. Romantizm Almanya’da doğmuştur. Çünkü milli menba’lardan ilham almak iştiyâkı evvela orada başlamıştır. Üstat ((Emile Fana)) ((Romantizm))i ((muhayyele ve hesâsiyyet edebiyatı)) diye hülâsa ediyor.
Alman Edebiyatçısı (( Schelegel )) da bu fikirdedir. Bu hülâsa ve bu fikir şu tarzda îzâh edilerek doğru anlaşılabilir, ki Romantizm ((model)) aramaz ((menba’)) arar. Bu menba’lar milli menkıbelerdir. Bu menkıbeler, bir millete mensup fertlerin ve bi’t-tabi’ burada şâirlerin de vicdanında yaşayan canlı ilham kuvvetleridir. Bunun içindir ki ((Romantizm)) aynı zamanda ((Lirizm)) demektir. Romantik eserler hakikaten: muhayyellenin ve hesasiyyetin eserleri, ((Spontané kendiliğinden doğan)) mahsulleridir. Milletler bu merhaleyi bulunca edebiyatlar harpte nâil olmuş oluyor. O zaman mesela ((LordBayern)) gibi kendi ferdiyetini terennüm eder şâirlerde yetişiyor ki bu hal, birkaç sene evvel yazdığımız bir makalede uzun uzadıya îzâh ettiğiniz gibi, ((Romantizm))i nakz etmiyor, itmâm etmiş oluyor.
Fransızlar için milli menbe’alara gitmek imkanı yoktur. Çünkü, Fransız milleti, tarih içinde teşekkül etmiş bir kavimdir. Milli esâtirleri, milli menkıbeleri yoktur. Onların bütün manevi varlıkları eski Yunan ve Latin harsından ibarettir. Binâ’en’aleyh Fransızlar bu harsın meydana getirdiği Klasik Edebiyat’tan kurtulmak için mevcûd olmayan kendiliklerine dönemeyince ecnebi edebiyatlarını taklîd etmek, mevzû’ olarak ya eski zamanları veya uzak memleketleri intihâb etmek mecburiyetinde kaldılar. Hülâsa Fransızlar terbiyeten Klasik idiler ve ruhen Romantik değildiler. Yine Avrupa medeniyetini Fransa’ya bakarak almaya çalıştığımız için bu meyanda edebiyatta da onları taklit ettik. Romantik olmak isteyen edebilerimiz mevzû’larını ya Garp tarihinden veyahut mesela Hindistan’dan almak lüzumuna kâni’ oldular. Kafalarımızda tenkît şimesi de doğmamıştı. Edebiyatları ve edebi devirleri esaslarıyla sebepleriyle birlikte göremiyorlardı. Naçar milli menbe’alardan ilham alamadılar. Ve bi’t-tabi’ edebiyatımızda kendimizi bulamadık. Çorak bir taklit devresi kapandı, biraz geniş, fakat nihayet yine taklitten başka bir şey olmayan ikinci devir açılmış oldu. Edebiyatta böyle olduğu gibi siyâsiyât ve ictimâ’iyât âlemlerinde de hakiki asr-ı hayatı tamamıyla benimsemiş olamadık. O zamandan bu zamana kadar yeksan beş sene geçmiş oluyor, Tanzimatın îcâb ettirdiği zarûret ve neticeleri henüz bugün ikmâle çabalıyoruz.
Tanzimat ile beraber edebiyatımızın lisân cephesi de tam asr-ı rengini alamamıştır. Şöyle ki: Tanzimat’tan evvelki Dîvân Edebiyatı, bütün unsurlarıyla askolastik bir edebiyattı. Şeklen dar bir çerçeveden, ruhen mu’ayyen mefhûmlarla yapılan mez’ûnlardan ibaretti.
Türkçe’den mâ’adâ Acemce kâ’idelerin esiriydi. Konuşulan dile yabancıydı. Tanzimat ile başlayan edebiyatın sahipleri bu dar çerçeveli köhne edebiyatın kifayetsizliğini anladılar. Ara sıra askolastik şiirler yazmakla beraber Avrupaî edebi nev’ileri de tatyîke özendiler. (Fikret). Meydana çıkınca edebiyat Lâîk (Lâdinî) bir çehre almış oldu. Fakat lisan hala Divan Edebiyatı’nın lisanıydı. Hala konuşulan canlı Türkçe, edebiyata girememişti. Güya Avrupalıca bir kıyafete bürünmek istiyordu. Fakat mesela giydiğimiz setre pantolon veyahut Frenk, Şam kumaşından idi! Demek ki Tanzimat Edebiyatımız da, lisan noktasından da tam asr-ı harekette bulunamadık bununda sebepleri var, ki müte’âkip makalelerimizde îzâh edeceğiz. Halbuki Rönesans ile başlayan Avrupa Edebiyatları kilise lisanını bırakmış idiler. Romantik Edebiyat’tan evvelki merhale- ki Klasik devridir- milletlerin kendilerini lisanda buldukları zaman demektir. Türkler, asr-ı hayata girmek için ilk hareketten yani siyasi Tanzimat hareketinden altmış beş yetmiş sene sonra lisanda kendi benliklerini his edebildiler. Ve ((Enderun Argosu))nu terk etmek için edebiyatta askolastik zihniyetin hâmîleriyle mücadeleye başladılar.
Tanzimat ile başlayan yeni edebiyat iki ayrı âmilin te’sîriyle vücûda gelmiştir. Bu âmillerin biri Avrupa medeniyetinin ibrâmı diğeri, eski edebiyatın darlığından mütevellid bezginliktir. Zaten, Tanzimat’ın siyasi cephesinde de bunu böyle görüyoruz. Bir taraftan Avrupa hayatı, kendini zorla kabule icbâr ediyor. Diğer tarafta Asyai hayat inhitât devrine girdiği için asırlarca kulları arasında tuttuğu Türk milletini tutamayacak derekelere düşüyor.
İkinci makalemizde eski edebiyatın inhitatını Tanzimat edebiyatının bu inhitat karşısında bir askü’l-‘amel olarak nasıl inkişâf ettiğini tedkîke çalışacağız
LATİN HARFLERİNE AKTARAN:
EROL TURUNÇ & MUSTAFA ÇAĞLAR
KAYNAKÇA:
(İSAM tarafından halka açılan “Osmanlıca Makaleler VT” den metnin PDF’si temin edilmiştir.)
Yorum Yaz