İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Kardeşim Eşref Edip …!
Büyük Millet Meclisine ittihâf ettiğiniz, ((Tanzimatçılık bu memleket için mahz-ı felâket olmuştur)) serlevhalı makalenizi kemâl-i dikkat ve ihtirâmla okudum… Hüsn-i niyetten asla şüphe câiz olmayan bir Müslüman mütefekkiri olduğunuza kanaatimi peşin olarak arz eyledikten sonra ‘ayn-ı mütekâbil kanaati isteyerek makalenize dâirmütâla’atımı bir vech ati serd ederim:
Kanaatimce hakiki Tanzimatçılar asla dinsiz değillerdi. Su-yı idare yüzünden a’sar-ı dîde devletin, yüzlerle küçük küçük İslam Sultanlıkları arasında mu’allâ-yıhilâfetide sinesinde taşıyan Osmanlı devletinin, tefsih ve tefehhüs elimi karşısında çare-i inkıras arayanlar tarîk-i taklidi vâsıta-i halâs telakki ettiler. Ve bir milletin asırlarla geçen zamanlar sayesinde mâlik olabileceği mü’essesâtı yıkarak, daha insaflı söylemek lazım gelirse ihmâl ederek, diğer milletlerin yine asırlarla zaman geçdikten sonra tekâmül eden mü’essesâtınıaynen kopya etmekten fâ’ide ümit ettiler… Halbuki: ibtidâ hakiki Tanzimatçılar hakiki derdi görememişlerdi. Garptan aldıkları fikirlerle kurdukları bazı mü’esseseler maalesef Tanzimatçı mukallidlerini yetiştirdi. Ve bu mukallidlerdir ki: devlet ve milletin başına bela oldu… Evet.. Hakiki Tanzimatçılar, hakiki derdi görememişlerdi. Çünkü mukallid bir kanun-i esâsî ve müşebbeh bir Meclis-i Millî ‘umûmî derde deva olamazdı ve nitekim olamadı da… Kanun-i esâsîlerden, Millet Meclislerinden ve neşr edecekleri kanunlardan beklenen fâide birdir: hey’et-i ictimâ’iyyeyi, hukuk ve vezâ’ifmütekâbilesini bilir insanlardan mürekkep bir hale koymak… Hükümdârından en küçük bir me’mûruna ve en basit bir ferdine kadar herkese hak ve vazifeyi öğretmek… işte Tanzimat’ın, Kanun-i esâsînin Millet Meclisinin vazifesi… Fakat Kanun-i esâsî ve Millet Meclisî bu vazifeyi îfâ, yani hukuk ve vezâif-i mütekâbileyihüsn-i ta’lîm için kalplerdeki manevi te’sîrâtındüçarvehn ve inhitât olmamış bulunması ilk şarttır.
Osmanlı Devletini teşkîl eden efrâddan, hükümdâr da dâhil olduğu halde hemen hiç birisinde kalp ve bil-netice maneviyât amir bulunamıyordu. Tanzimatçıların biri Selim-i sâlis Hazretlerinin hayat-ı husûsiyeleri, Sultan Mahmut, Mecid, ve sâ’ir hakanlarla vezirlerinin hayat-ı husûsiye ve ‘umûmiyeleritedkîk edilirse bu hakikat derhal tezâhür eder… Cerîme ve Angarya’nın ilgasına dâirhatt-ı hümâyunun neşrinde bilmem kaç gün sonra defterdâr Efendinin emvâlinimüsâdere eyleyen zevâtı buna benzer nice hareketiyle tarih kaydetmiştir… Bu tafsîlattan şunu kast ediyorum ki; Tanzimatçılar hakiki hastalığı anlayamayarak yalnız samimiyetle hareket ettiler,hüsn-i niyetle çalıştılar. Fakat hakiki derdi asla göremediler. Çünkü, kendileri de aynı hastalığıama’lûl idiler… Bu dert: maneviyât çürüklüğü derdidir…..
Böyle olmasaydı Tanzimatçılardan falan vezin, mütereddid bir lisanla ((- Çok iyi idare eylediğimizi iddia etmem… Fakat hiç şüphe yok ki daha fena idareye mâni’ oluyoruz)) diyerek şan ve şöhretiyle gayr-i mütenâsib bir dergiye yuvarlanmazdı… Kuvvetini mü’essesât ve maneviyât-ı İslamiyyeden alacağı ‘ulvî bir ruh ile iyi idare te’mîn eder ve iyi idare ediyor olduklarını cihânateslîm ettirirlerdi….
Bir kitapta okudum: Dünya’nın büyük bir kısmına hâkim olan İngiliz Millet Meclisî bir dua ile her ictimâ’ını açar ve yine bir dua ile kaparmış…
Maneviyâtımız o kadar çürüktür ki: Tanzimatçı mukallidlerinin yanında bunu söyleyecek bir adam gülünç mevki’e düşer. Halbuki o, mukallidlerin ‘alem ve mü’esselerinden hararetle arasırabahs ettikleri bir Garp Milleti’nin Meclisi de maneviyâttan isti’âneden vâreste kalamıyor. Yine o mukallidlerin sırası düştükçe eşhâd ettikleri i’âzımdan mesela Spencer diyor ki: (( bir milletin mü’essesât-ı ‘umûmiyesini kanunlarla değiştirmek imkanı yoktur)).. Diğer bir hekim ((milletlerin; hayalin vücûda getirebileceği kanunlarla değil, mizaç ve tabiatlarinetevâfuk edebilecek desturlarla kâbil idare olduğunu)) beyan eyliyor..
Bu devleti, dolayısıyla ‘âlem-i İslamiyeti uçurumdan kurtarmak isteyenler iki esâsı göz önünden asla ayırmamalıdırlar:
Dicle kenarında kuzunun kurt tarafından parçalanmasından ma’nen tertip edecek hisse-i mesuliyeti düşünerek ağlayan, i’lâ-yı Kelimullah için cihada gidenlerin geride bıraktıkları dullara, öksüz ve yetimler, sırtından kırba ile su taşıyan, eliyle çorba pişirip yediren ömürlerin, eshâb-ı musâlihi kendi istirahatı yüzünden birkaç dakika bekletmeyi talimâne bir hareket telakki eden ‘alîlerin, düçar tecavüz olan bir ferd-i fakirin zulümden kurtulması için bir harbi terk eden Selahattin Eyyübilerin ve daha bu gibi nice İslam i’âzamının kalplerinde yaşayan Allah korkusu, o muazzam manevi muhakemeyi bütün kalplerde sür’atlete’sîs edersek ve Avrupa’nın bize gülmesi ihtimâl gayr-ı vardiyle zihnen asla meşgul olmaya tenezzül etmeyerek ve fakat büyük bir vukûf ile çalışarak bu emre muvafık olursak biz vazifemizi îfâ etmiş oluruz.. Bunu Tanzimatçılar yapmak mevkiindeidiler.. Fakat yapmadılar. Çünkü hastalığı anlayamamışlardı…
‘İlm-i iktisâdiyât silahları, manevi ve kalbi muhakemelerin te’sîsinden değecek kutlu bir ordunun lütufkâr himâyesi altından pek çabuk vücûd bulur. Zira hakiki İslamlar ‘ilim ve fenni Çin’de de olsa gidip almayla me’mûrdurlar.. Çünkü İslam’da eczâ-yı ‘ibadet evindir; dokuzu taleb-i ma’îşettir. Ne büyük ve ne ‘âlî din… çocuklarını sefaletten kurtarmak için İslam çalışırsa ‘indallah bu mesâ’i ibadet-i telakki olunuyor…
Bütün Garp, bütün gayretini, bütün husûmetinimaneviyâtımızı yıkmaya sarf ediyor. Biz o maneviyâtı kuvvetlendirmeğe çalışmak mecburiyetindeyiz. Maneviyâtı kuvvetli ve hakâyık-ı İslamiyeye vâkıf bir Müslüman kitlesi, müstahsiller memleketi olan Garbın esaret zincirini madam olduran boyunlarında elbette taşıyacaklardır.
Garp pekala biliyor ki (La ilahe illallah) kelime-i tevhîdi cins ve mezhep farkını kaldırarak büyük bir kitle-i beşeri düşman tahattisine karşı yekvücut yapmakta bir kudret harikuladeyi hâ’izdir.
Bilirler ki: bu kitle-i muvahhid düşman süngüsü karşısında gazilik şerefiyle olmak için göğüs gerer, şehit olmak emeliyle ölür..
İstihkâr hayatı talîm için dünyanın hiçbir vâzi’ kanunu bu mutlak itâat-i ihdâsa muvaffak olamamıştır ve olamayacaktır.
Garp bu ruhu, bu varlığı mevc etmek için bütün kuvvet ve nüfuzunu sarf etmekte saniye tereddüt ve te’hir göstermiyor… Misal mi istiyorsunuz? Avrupa’nın pay galibiyeti altında ezilmek üzere iken ümitleri kadar sonun bir vaziyette necât-ı ‘umûmiyeyi te’mîne çalışan bir sene ve hatta altı ay evvelki Türkiye Devleti’nin Çerkesler, Abazalar ve hatta bir takım Türkler tarafından Garp hesabına, âlem-i hristiyaniyet lehine düçar olduğu tecavüzatı göz önüne getiriniz.. Ankara’nın dört saatlik bütün muhîti ateş ve kan içinde Müslümanlar birbirlerini parçalıyorlardı. Halbuki Hazret-i Mu’âviye ile Hazret-i Ali radîallahuanhumâ arasındaki muazzam ihtilaftan istifade etmek isteyen küffara Mu’âviye’nin verdiği cevap müthiştir...
Kardeşim Eşref Edip! Mevzû’pek geniş.. Fakat sabilik sahifeleri müsâade olmadığı için bu defa bu kadarla iktifâ ediyorum..
EsselâmüAleyküm.
Kastamonu Meb’ûsu
Abdülkadir-Kemâlî
Metnin PDF'si:
LATİN ALFABESİNE AKTARAN:
MUSTAFA ÇAĞLAR & EROL TURUNÇ
KAYNAKÇA
http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleosm/findrecords.php
(İSAM tarafından halka açılan “Osmanlıca Makaleler VT” den metnin PDF’si temin edilmiştir.)
Yorum Yaz