İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Başkanlık ve yeni anayasa çalışmalarının devam ettiği şu günlerde açıkça söylenmeyen ama yapılmak istenen, 94 yıl önce yeni devletin rejimine adını veren ve ilan edilen "Cumhuriyet'in" içini doldurmaktır. Evet bir rejim değişikliği yok, zaten buna gerek de yok. Çünkü var olan rejimin gerçekleşmesi, gereklerinin yapılması ve güçlendirilmesi yeterli olacaktır ideal bir devlet için. Bunu daha iyi anlamak için öncelikle cumhuriyetin tanımını ve gerektirdiklerini ele aldıktan sonra başkanlık ve yeni anayasa çalışmaları bağlamında teorik cumhuriyetin pratiğe dönüştürülme çabalarını ele almak yeterli olacaktır.
Öncelikle cumhuriyet rejimine değinecek olursak cumhuriyet, toplumun kollektif birlikteliğini savunan ve toplumun ortak çıkarları için devleti hukuki bir sistem üzerine inşa eden bir rejimdir. Yani insanların ortak bir yarara ve hukuka sahip oldukları rejim türüdür. Ayrıca cumhuriyet, halkın bir hukuk/adalet fikrine göre bir anlaşma içinde olmalarıyla mümkündür ve tam da bu nedenle halk, cumhuriyetin güvenliğinin vazgeçilmez unsurudur.
Cumhuriyet terimini daha da geriye götürürsek aslının Cicero’nun Platon ve Aristotales’in “politeia” terimine karşılık gelen “res publica” terimine dayandığını görmekteyiz. Bu bağlamda Cicero cumhuriyet rejimi içerisinde yönetimi önemli bir bileşen olarak görmektedir. Yönetimin kurumsallaşması hukuksal temeller üzerinde kurulun cumhuriyeti sürekli kılacaktır. Ortak çıkarları gözetecek bu karar verme otoritesinin birilerinin elinde olması gerektiği fikrindedir. Cicero seçilmiş bir aristokrasinin bu otoriteyi elinde tutması taraftarıdır, önemli olan bu aristokrasinin kendi bakımına emanet edilmiş olanın ortak çıkarını gözeterek yönetmesidir.
Cicero yönetimle birlikte yasaları da cumhuriyetin en önemli unsuru olarak görmüştür. Ona göre yasa ve hak eşitliği, hem bütün yurttaşların çıkarlarının birliğinin sağlanmasında hem de siyasal toplumun bir arada tutulmasında en önemli unsurdur. Bu bağlamda yurttaşları birbirine bağlayan karşılıklı yükümlülükler ve hak talepleri toplum içerisinde devlete ve yasalarına sahip çıkması gereken insanları ortaya çıkaracaktır. Bu da beraberinde otoritenin güç değil de, hukuk üzerine temellenmesini ve hukuk ile bezenmiş olan bu otoritenin halkın kollektif gücü olmasını getirir.
Tüm bu teorik bilgiler ışığında yapılmaya çalışılanları ele alırsak ne rejimin değişmediği, aksine güçlendirildiği, ne de otoritenin tek adamlaştırılmadığı, aksine iki dönem zorunluluğu ile sınırlandırıldığı, görülecektir. Bu süreç öncelikle 2007 yılında Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından doğrudan seçimini getiren anayasa değişikliğiyle başlamıştır. Böylece rejim güvenliği tam olarak halka verilmiştir.
Son süreç ile de parlamenter sistemin değiştirilmesinde karar kılınmıştır. Bu da beraberinde başkanlık hükümet sisteminin getirilmesinin önemli bir aşamasıdır. Cumhuriyet rejimi bağlamında ele aldığımızda ise teoriden pratiğe geçişi tam anlamı ile görmekteyiz bu aşamada. Teorik anlamda cumhuriyet tam olarak oligarşik ve salt demokratik yönetime karşıdır. Çünkü oligarşi oligarkların yani toplumun zengin, elit tabakasının yönetimiyken, demokrasi demosun yani fakir çoğunluğun yönetimi olarak belli grupları temsil etmektedir. İşte tam bu noktada mevcut parlementer sistem ilan edildiğinden 2000'li yıllara kadar cumhuriyet rejiminin ruhuna aykırı olarak kollektif çıkarı değil kemalist, oligarşik güçlerin kendi sınıfsal çıkarlarını devam ettirmek için kullanılmıştır.
Bugün gelinen noktaya kadar cumhuriyetin olmazsa olmaz unsurlarından biri olan yöneten-yönetilen ayrımın ortadan büyük oranda kalkmış, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ilkesi ile hareket edilerek gerekli zemin oluşturulmuştur. Yine bugüne kadar gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmeye devam edecek olan referandumlar ile halk yönetime katılmıştır. Belki bu noktada cumhuriyetin anlamsız bir şekilde demokrasi ile taçlandırmak yerine referandumlar ile taçlandırıldığını söyleyebiliriz.
Bunun yanı sıra sürecin başından beri parlamento içerisinde toplumun farklı kesimlerini temsil eden partiler ile, her ne kadar engelleme ve işi yokuşa sürmelerine rağmen, sürekli diyalog halinde olunarak, müzakereler yapılmıştır. Çünkü yapılmak istenen yeni anayasa ve getirilmek istenen hükümet sistemi felsefesi gereği toplumun geneline hitap edecek ve toplumun ortak çıkarını gözeteceğinden toplumun her kesiminin içinde olması istenmiştir.
Sonuç olarak partili cumhurbaşkanlığı yada başkanlık olarak isimlendirilen sistem partilerin %50'nin üzerinde oy oranı ile iktidar olma şartı getirerek sürekli ve güçlü bir iktidarın oluşmasını sağlayacak ve milletin iradesini hakim kılacaktır. Bununla da istikrarın sağlanması, vesayetin ve bürokratik oligarşinin ortadan kaldırılması hedeflenmektedir. Tüm bu söylenenler birlikte ele alındığında ise 94 yıl önce yeni devletin rejimine adını veren ve ilan edilen "Cumhuriyet'in" içinin doldurması noktasında bugüne kadar en büyük adımların atıldığı görülmektedir.
M. FATİH ARGIN
Yorum Yaz