İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Hasan Kösebalaban’a ait olan “Türk Dış Politikası” adlı kitap 431 sayfa olup 2014 yılında Bigbang Yayınlarından Hüsamettin İnanç çevirisiyle çıkmıştır. Kitap yedi ana başlıktan ve 66 alt başlıktan oluşmaktadır. Bu başlıklardan sonra sonuç, son notlar, kaynakça ve dizin bölümü vardır.
Yedi ana başlığın ilk iki bölümü olan “Kavramsal ve Teorik Arka Plân” ve “Türk Kimlik Söylemlerinin Osmanlı Kökenleri" bölümlerinde yazar Türkiye’deki kimlik politikalarının köklerinin Osmanlı Devletine dayandığını iddia eder. İdeolojik perspektif bağlamında Osmanlı aydınları üç temel görüş etrafında kümelenmiştir. Bunların ilki Osmanlı vatandaşlığını savunan liberalizm veya Osmanlıcılık, bir diğeri Müslüman birliğini savunan İslamcılık ve sonuncusu da Türkleri tek çatı altında toplamayı amaçlayan Türk milliyetçiliğidir. Bu ideolojiler imparatorluğun çökmesine engel olamamasına rağmen yeni kurulan devleti yönlendirmede etkili olmuştur.
Osmanlıda yaşayan tüm ulusları vatandaşlık bilinci etrafında toplamayı amaçlayan Osmanlıcılık fikrinden yola çıkılarak birtakım ıslahatlar yapılmış ama yapılan yenilikçi hareketler toplum nazarında kabul görmemiştir veya görse de zamanla etkisini yitirmiştir. Daha sonrasında İslamcılık fikri, İslam birliğini savunan ama bunun yanında Almanya ve Japonya ile de ilişki içerisinde olan II. Abdülhamid’in yoğun çabalarına rağmen etkili olamamıştır. Sömürgelerinde yaşayan Müslümanların İslamcılık kisvesi altında farklı amaçlar güdülerek yönlendirilmeye çalışıldığını düşünen İngiliz ve Fransızların baskısı bu fikrin yıpratılmasında etkili olmuştur. Bu iki fikir akımı pozitivist düşünceye maruz kalmış ve Batılı tarzda yetişmiş aydın kesime hitap etmemekle beraber yaşanan gelişmeler milliyetçi damarı güçlendirmiş ve bunun sonucu olarak Türkçülük veya Türk milliyetçi kimliği ortaya çıkmıştır. İttihat ve Terakki Fırkasının başa geçmesi ile milliyetçi kesim zafer kazanmış ve devamında yaşanan I. Dünya Savaşı’na katılım ve işgal bunun sonuçlarından biri olmuştur.
Kitabın devamında Kösebalaban, yeni kurulan devlette dört genel kimlik, dört de ana kimlik olduğunu iddia eder. Bunlardan İslamcılık, Liberalizm, Sekülarizm ve Milliyetçilik genel kimliklerdendir. Bunların türevleri olarak da İslami Liberalizm, Sekülarist Liberalizm, Milliyetçi Sekülarizm (Kemalizm) ve Milliyetçi İslamcılık kitapta belirtilen ana kimliklerdir. Yazar ayrıca birinci bölümün son kısmı olan “Metodolojik Sorunlar” başlığında Türkiye’nin dış politikasında yaşanan önemli gelişmeleri dönemlere ayırarak dört ana kimlik çerçevesinde sınıflandırmıştır.
Üçüncü başlığımız olan “Kemalist Milliyetçilik ve Dış Politikada İzolasyonizm” bölümünde yazar ilk olarak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde oluşturulmaya çalışılan kimlik çalışmasından bahseder. Kemalist düşüncenin İslam ve Batı arasında yaşadığı çelişkiyi dillendirir. İç politikada dini kontrol etmeye ve yeniden yorumlamaya çalışan Kemalist düşünce ülkeyi batı eksenine kaydırmaya çalışmıştır. Kültür temelli bir milliyetçilik oluşturma çabası içerisinde olan bu akım Osmanlı ile olan geçmiş bağını koparmak ve dini yapıya ket vurmak amacıyla laikleşme reformları başlattı ve böylece öncesinde yapılan İslam zeminli atıflar yerini Kemalist uygarlık söylemine bıraktı. Yazarın tabiriyle Türk milliyetçiliği sekülerleştirildi ve icat edilmiş yeni tarih, yeni lingüistik anlatıyla sahip olduğu kültürel özden arındırıldı.
Atatürk dönemi dış politikasının özeti olarak çökmüş imparatorluğun kalıntılarıyla uğraşıldığı bir dönem olduğunu söylemek mümkün. Sevr ve devamında gelen işgaller, Kurtuluş Savaşı, Kürt isyanları, toprak kaybı, sınır güvenliği ve toprak bütünlüğü gibi birçok problem, yeni kurulan devletin dış politikasının başlıca maddeleri oldu. Mustafa Kemal’in bu dönemde dış politikadaki en önemli amacı Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer alan Hatay ve Musul’u vatan toprağına katmaktı. Türkiye’nin Cemiyet-i Akvam’a üye olması, Balkan ve Sadabad Paktları bu dönemde dış politikada yaşanan diğer gelişmelerdir.
Genel olarak denebilir ki bu dönemde dışa kapalı bir yapı hâkimdir ve asıl amaç içte bir bütünlük sağlamaktır. Atatürk’ün ölümünden sonra cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü aynı ideolojik düzlemde çalışmalar yapmış ve bu minvalde Kemalizm’i devlet ideolojisi haline getirmeye çalışmıştır. Dış politikada yaşanan II. Dünya Savaşı’na karşı tarafsız ve kayıtsız kalınması bu dönemin en önemli özelliği denebilir.
Yazar dördüncü bölümde “Türk Dış Politikasının Liberal Yönelimi (1950-1960)”ni konu almıştır. Bu çerçevede hükümette bulunan Cumhuriyet Halk Partisi içerisinden ayrılmış Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü, Refik Koraltan Demokrat Partiyi kurdu ve başa geçti. Dış politikada Amerika ve NATO yanlısı bir politika çizen Menderes hükümeti, yazarın tabiriyle “savunmacı yalnızlık yerine iddialı bütünleşmeci bir dış politika” benimsemiştir. Kore’ye asker gönderilmesi, Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler ve bölgesinde yükselen bir seyir çizen yeni Türkiye, Kıbrıs meselesinde Yunanistan ile karşı karşıya geldi. Yapılan garantörlük antlaşması sayesinde adadaki huzursuzluk -daha sonraları tekrar nüksetmek üzere- yerini barış ve güvene bıraktı.
Beşinci başlığımız olan “Askeri Müdahaleler Gölgesinde Dış Politika (1960-1980)”de ise ideolojik açıdan çok çalkantılı, iç ve dış politikada istikrarsız bir dönem olan 20 yıllık süreç anlatılmaktadır. 1960’da Türkiye’nin ilk darbesi ve ilk askeri müdahalesi gerçekleşti. Devamında Menderes ve iki bakanın idam edilmesi ile sonuçlanan süreç 1961 anayasasıyla birlikte toplumsal özgürlüğü esas alan bir yapıya dönüştü ve çalkantılı içyapının fitili ateşlenmiş oldu. Öğrenci hareketlerinin yoğunlaştığı ve sokak çatışmalarına dönüştüğü olaylar daha sonraları 1971 Askeri Muhtırasına sebebiyet verdi.
1961 ve 1963 yılları arasında darbe sonrası hükümeti devralan İnönü döneminin en büyük dış politika konusu Kıbrıs ve Küba Füze Krizi olmuştur. ABD’nin Türkiye’de bulunan Jüpiter füzelerini geri alması, dış politikada ABD ile olan ilişkilerimizi zedelemiştir. Kıbrıs’ta tekrar karışıklık çıkması Türkiye’nin askeri müdahalesi ve tehdidinin bir sonucu olarak lehte çözülmüştür.
1965-1971 yılları arasında hükümette Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel vardı. Bu dönemde halk nazarında Amerikan karşıtlığının tavan yaptığını söyleyebiliriz. Hükümet Amerikan karşıtlığını minimuma indirmek ve gevşeyen bağları tekrardan germek için yoğun çaba sarf etmiştir. Bunun yanında Sovyetler Birliği ile sıcak temasların kurulduğu bu yıllarda Arap Dünyasıyla da ilişkiler kurulmaya çalışılmıştır.
1971-1973 yılları arası askeri müdahalenin olduğu yıllardır. 1973 seçimleri ile birlikte Türk siyasi tarihi en kaotik dönemlerden birine girmiş oldu. Terör olayları, Marksist Kürt hareketleri, sağ-sol çatışması ve gençlik hareketleri, bu dönemin toplumsal yapısını yansıtması bakımından bahse değer olaylardır.
Seçim sonucu kurulan CHP-MSP hükümetinin dış politikadaki en önemli maddesi Kıbrıs Müdahalesidir. Kıbrıs’ta yaşanan darbe ve devamında gelen kriz ortamı Türkiye’nin müdahalesinin bir sonucu olarak lehte sona ermiştir. Bu dönemin dış politikaya dair kayda değer bir diğer yanı ise Arap Dünyası ile yakın ilişkilerin içerisine girilmesidir.
1971-1980 arası sokak çatışmaları ve kutuplaşma ile geçmiştir. Bu kutuplaşmanın ve yaşanan kanlı olayların sonucu olarak 1980’de ordu tekrardan yönetime el koymuş, dış politikada ve iç politikada yarası sarılmaz birçok problemi yanında getirmiştir.
Kitaptaki bir diğer başlığımız ise “Soğuk Savaş Sonrası Kimlik Arayışı (1983-2002)”dır. Yazara göre, Türk siyasi sistemi Soğuk Savaş yılları boyunca askeri darbeler arasına serpiştirilmiş serbest seçimlere dayalı demokrasi şeklinde seyretmiştir. Soğuk Savaş döneminde Türkiye güvenlikle ilgili konularda Amerika’ya bağlı iken ekonomik ve ticari konularda Avrupa ile bütünleşmişti. Sovyetlerin dağılması ile birlikte jeopolitik önemini kaybeden Türkiye de tek yönelimli yapısını değiştirerek farklı yönelimlere girişmek durumunda kaldı. Liberal ve çok boyutlu bir dış politika vizyonuna sahip Turgut Özal hükümeti ile başlayan bu süreç, Menderesvari bir atılımla Balkanlara ve Orta Asya’ya açılmayı öngörüyordu. Özal bununla da yetinmeyip AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunarak son derece stratejik bir adım attı. Özal’ın en büyük hamlesi ise Sovyetlerden ayrılarak bağımsızlığını kazanmış olan Türkî cumhuriyetlerini tanıyarak onlarla işbirliği yapmak oldu. KEİT’in kurulmasında başrol oynayan Özal, Körfez Savaşı’ndan kaçan binlerce mülteciye kapısını açmış, Bosna Savaşı’nda koyduğu tavırla akıllara kazınmıştır. Muhafazakâr ama bir o kadar da liberal bir kimliğe sahip Özal etnik kimlik ve dilde homojenleştirme politikaları yürüten Kemalistlerden ayrı olarak Kürtlerin kendi kültürel kimliklerine sahip olması noktasında da mücadele etmiştir.
Özal’ın vefat etmesiyle cumhurbaşkanlığı koltuğuna Demirel geçerken başbakanlık koltuğuna Tansu Çiller oturdu. Tansu Çiller döneminde askeri vesayetin ülkede kademeli olarak arttığını söylemek mümkün. Faili meçhul cinayetlerle başlayan ve terör olaylarıyla devam eden bu çalkantılı dönem askerin ileride siyasete el atması ile yeni bir sürecin başlangıcı oldu. Çiller dönemi dış politikasının en büyük özelliği İsrail’le birlikte yürütülen bölgesel ve stratejik güvenliği sağlamaya yönelik adımlardır. Bunun dışında Avrupa’yla Entegrasyon sürecinde önemli bir adım atılarak Gümrük Birliği Antlaşması imzalandığını burada dillendirebiliriz.
Çiller’den sonra başbakanlığı devralan Necmettin Erbakan ve yükselen siyasal İslam, rotayı Batı’dan İslam ülkelerine çevirdi. D-8 Projesi ile İslam ülkelerinin ekonomik anlamda kalkınmalarını kolaylaştıracak adımlar atarak, Batı’yı ve İsrail’i hedef tahtasına oturttu. Erbakan’ın iç ve dış politikada yaptıkları asker tarafından sert bir dille eleştirildi ve devam eden süreçte yazarın tabiriyle demokrasiye balans ayarı denen bir askeri müdahale gerçekleşti.
Kitabın yedinci başlığı olan “Küreselleşme Çağında Yükselen Bir Güç” bölümü ise, istikrarsız koalisyonlardan sonra 2002 yılında hükümeti ezici bir çoğunlukla devralan Adalet ve Kalkınma Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan elinde şekillenen dış politikayı incelemektedir. AK Parti köken olarak Refah Partisi içerisinden çıkmış bir grubun girişimleri ile kurulmuştur. Geldikleri siyasal çizginin aksine Batı ile ilişkilerini iyileştirmeyi düşünen Erdoğan AB’yle üyelik müzakerelerinin ilerletilmesi noktasında adımlar atmıştır. Yaptıklarıyla klasik izolasyonist İslamcılıktan farklı gözükmek isteyen AK Parti siyasal yelpazede kendine yeni bir yer açarak kendilerini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımladı. Ekonomideki icraatlar noktasında Menderes ve Özal’ı andıran Erdoğan ekonomide öncekilerden çok farklı bir ivmeyle büyük bir kalkınma harekâtı başlattı.
Erdoğan dönemi dış politikası, Dışişleri Bakanlığı’nı devralan Ahmet Davutoğlu eliyle şekillenmiştir. “Komşularla sıfır sorun” politikasını odak noktası yapan Davutoğlu AB üyelik müzakere sürecinde, Ermeni ve Kürt Sorunlarının çözümünde, ABD ile stratejik ortaklıkta, Rusya’yla artan ekonomik ilişkilerde, İsrail, İran ve Arap dünyasının bulunduğu Orta Doğu’da takdire şayan bir ilerleme kaydetmiştir. Dış politikadaki bu gelişmeler ekonomik ilerlemeyi de yanında getirmiş ve bunun sonucu olarak AK Parti hükümeti halktan destek görmüş ve senelerce iç siyasette tahakküm kurmuştur.
Erdoğan döneminin en önemli dış politika olayı kuşkusuz Türkiye-İsrail arasındaki gerginliktir. Davos’ta düzenlenen ekonomik forumda İsrail’i katil devlet olmakla suçlayan Erdoğan daha sonraları yaşanan Mavi Marmara saldırısı ile ilişkileri koparma noktasına getirmiştir. Türkiye - İsrail ilişkilerinde yaşananlar, ABD ile ilişkileri büyük ölçüde zedelese de Obama döneminde ilişkiler inişli çıkışlı bir rotada seyretmiştir. Ermenistan ile ilişkilerin düzeltilmesi adına AK Parti hükümeti döneminde ciddi adımlar atılmıştır. Bir futbol müsabakası bahane edilerek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan’ın başkenti olan Erivan’ı ziyaret etmesi, ilk kez bir Türk cumhurbaşkanının Ermenistan’a gitmesi bakımından önem atfetmektedir. ABD ve Türkiye ilişkilerine geniş yer veren kitap son olarak İran ve Suriye ile olan ilişkilere de değinmiştir.
Kitapta bu yedi başlıktan sonra yazarın bizzat kendisi tarafından Türkçe yazılmış olan “Sonuç ve 2011 Sonrası İçin Mülahazalar” bölümü bulunmaktadır. Yazarın deyimiyle bu kitap çalışmasındaki temel teorik iddia, dış politika kararlarının uluslararası sistemin ve iç politik-ideolojik yapının karakteristiğinin yarattığı fırsatlar ve sınırlamalara cevap olarak şekillendiği argümanıdır. Kitabın ilk bölümünde zikredilen Liberal sekülarizm, milliyetçi sekülarizm, milliyetçi İslamcılık ve liberal İslamcılık olarak nitelendirilen bu dört ana ideolojik grup Türk dış politikası tarihini derinden etkilemiştir. Bu kitap da genel itibariyle bu dört ana ideolojik akım çerçevesinde başa geçmiş ve Türk dış politikasını etkilemiş kişileri ve bu bağlamda yaşanan olayları aktarmaktadır.
M. Fatih Özmen
Yorum Yaz