İlim ve Medeniyet

TÜRK EDEBİYATINDA KANON

Kanon kelimesini anlamak için onun dinsel içeriğini ve göndermelerini göz önünde bulundurmak gerekir. “Kanonlaştırmanın özü, bir metnin kendi cemaati üzerindeki otoritesinin altını çizmektir.”[1] Kutsal kitaplar bu açıdan konan metinleridir. Bu kutsal kitaplar kendilerine inanan cemaatler üzerinde kurdukları bu yapıyla bir iktidar sahibi olmuşlardır.[2] Kitab-ı Mukaddes, metinlerden oluştuğu için kanon zamanla bir liste ya da paradigma anlamına gelmeye başlamıştır. Yani kanonun içeriği sadece metindeki hakikati değil, bu hakikati cisimleştiren metinlerin listesini de içerir. Bu açıdan bir metni kanonlaştırmak, onu bir çerçevenin içine yerleştirmek, standardın bir parçası olarak tanımlamak demektir.[3] Böylelikle kanon bir yargılama, belirleme, dışlama standardı haline gelir. Dini metinlerin kanonla ilişkileri inananlara, sahip oldukları inancın nedenini mutlak bir metne bağlama gücü verir. Sözün etkisi artarken, inanların ortak bir cemaat içerisindeki varlığının devamı sağlanmış olur. Kanon, dini kurumların kurmak istedikleri güç ve iktidar için önemli bir araç haline gelir. Jale Parla kanonu içerdiği tüm manalarıyla şöyle açıklamıştır:

“Ferman, kural, kanun, temel ilke, aforizma, bir konunun sistematik ve bilimsel sunuluşuna ilişkin prosedür, konunun otoritelerinin belirlediği kıstas ve kriterlere ilişkin yargılar anlamına gelen kanon sözcüğü, bir yandan da dine ilişkin kullanımını sürdürmüş ve Kilise’nin özgün kabul ettiği İncil metinleriyle, gene Klise’nin Azizler arasına kabul ettiği yeni isimlerin eklenmesiyle oluşan kutsal metin ve kişilerin listesi olmuştur. Herhangi bir otoritenin ya da otoritelerin, kutsadığı iyi yazarlar listesi ve buna eklenecek isimlere verilen izin ya da onay. Müzikte kanon bir melodinin tümüyle, hiç değiştirilmeden, yalnızca farklı zaman aralıklarıyla, ama aynı anda icrası demektir.”[4]

Tarih içinde ve farklı alanlarda olmak üzere kanonun çok geniş bir anlamı vardır. Müzikte, resimde ve birçok alanda kanon kullanılan bir terimdir. Dini içeriği düşünüldüğünde kanonun norm anlamı daha ön plandadır.

Kanon’un özgün anlamı -diğer birimleri belirlemeyi ve ölçmeyi amaçlayan standart ya da kural- hukuki bir yananlam kazandı. Dilbilgisi uzmanları dilsel kurallardan (kanones) bahsederken, Klise Babaları için kanon ahlaki bir anlam kazandı. Bu kavram kilisede etik bir yasa, sayısız öğreti ve görüşü birleştirmeye yarayan bir yargılama standardı olarak kullanılıyordu. Edgar Honnecke’nin gösterdiği gibi, kanon kilisenin zorunlu gördüğü şey demekti. Üç şekilde anlaşılıyordu: kanon tes aletheias (hakikat kuralı), kanon tes pisteos ( iman kuralı) ve kanon tes ekklesias ( Kilise kuralı)… Demek ki kanon, kilisedeki her şeyin kendini uydurması gereken yasa, her şeyin ona göre ölçüldüğü standarttı. Kanon sadece kapsanan şeyi değil aynı zamanda kapsayanı da imlemeye başladığında bu özgün anlam değişti: İman kuralını, yani (vahyedilmiş hakikat ve yasa olarak) kanonu içlerinde barındıran yazılara da en sonunda kanon denmeye başlandı.”[5]

Türk edebiyatında kanonun ne ifade ettiğine geçmeden önce kanonun kökenine dair dini olan bu çağrışımı anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Jale Parla’nın Babalar ve Oğullar: Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri adlı kitabında değindiği gibi, yazarların, okurların, edebi otoritelerin dayandıkları varlık felsefesi, dini görüş, epistemolojik temel, metinlerin yazımına, alımlanmasına, tasnifine etki eden temel meselelerdir. Türk edebiyatında da Batı’dan farklı yahut benzer taraflarıyla kendine has bir kanon algısı ve kanonlaşma süreci olmuştur. Bu kanonlaşma meselesi Türkiye’nin siyasetinden, edebi kültür tarihinden, değişen toplumsal dengelerden bağımsız değildir. Bu yüzden Türk edebiyatının kanonu var mıdır, varsa nedir, kim tarafından belirlenir, belirlenmesinde etkin olan kıstaslar nelerdir gibi sorular birçok araştırmacı tarafından tartışılmış, birçok farklı fikir ortaya atılmıştır. Ben de bu yazımda bu araştırmalar çerçevesinde Türk edebiyatında Kanon’nun ne demek olduğuna, nasıl ve kimler tarafından hangi kıstaslar öne çıkarılarak belirlendiğine bakmaya çalışacağım.

Kanon terimini tartışırken öncelikle onun dinsel kökeninden bahsetmek oldukça işlevsel bir sebebe dayanıyor. Gregory Jusdanis’in dediği gibi “modern edebiyat kanonu ile Tevrat ve İncil arasında birçok çarpıcı koşutluk var. Bunların yapılanış tarzları ve işlevleri birbirine benzer. Kanon milli kültürlerin oluşumunda ne kadar vazgeçilmez bir öneme sahipse dinsel geleneklerin oluşumunda da o kadar vazgeçilmez önemdedir. “Edebiyat kanonunun kökeni İncil olmasa da bu kanon kesinlikle onun kalıbına göre biçimlendirilmiştir çünkü dinsel kanon edebiyat çalışmaları içinde hiyerarşiler yaratmakta model işlevi görmüştür.”[6] Bu konuda Terry Eagleton, Edebiyat Kuramı adlı eserinde edebiyatın yükselişi ve edebiyatın millileşmesi ile din anlayışının sarsılmasının ilişkisine değinir. On dokuzuncu yüzyılın otoritelerinin edebiyatı kullanışları, dini kullanışlarına benzer. Bu açıdan edebiyat dinin işlevini üstlenmiş, edebiyat eleştirisi ise bu kutsal metinleri okuma yöntemlerini belirlemiştir.

Bu açıdan ulus devletlerin kuruluşu bir milli edebiyatı doğurmuş, bu milli edebiyat, Kitab-ı Mukaddes gibi, kendi metinlerini toplamış ve mevcut metinler arasında da kendi ülküsüne göre bir hiyerarşi kurmuştur. Nasıl ki dinsel metinler inananlara, kendilerini o dinin takipçisi (mümin, musevi, isevi) olarak konumlandırmalarına yardımcı oluyor ve onları bulundukları dünyada bir “taraf”a yerleştiriyorsa, ulus devletle beraber milli içerikli edebi metinler de insanların kendini yeni oluşan ulus devlette bir yurttaş, vatandaş olmalarını, kendilerini o şekilde konumlandırmalarını hedeflemiştir. Böylece o vatandaşın kendi gibi diğer vatandaşlarla dayanışma içerisinde olması, düşmanının kim olduğu, dostunun kim olduğu, kime vergi vereceği, neden evlenmesi gerektiği, çocuk yapmasının gerekliliği edebiyat kanonun içeriğindeki bu metinler tarafından belirlenir, yaygınlaştırılır ve okura “tebliğ” edilir. “Ama kanon milli kimliği temsil etmekle kalmaz, aynı zamanda halka milliyetçiliğin değerlerini aşılayarak bu kimliğin üretilmesine katılır da.”[7] Böylelikle hem yeni doğan milli kimliğin inşaasında bizzat kurucu görevi olan edebiyat kanonu, aynı zamanda onun üretiminin bir parçası haline de dönüşür. Zamanla bu milli kimliğin mi edebi kanonu doğurduğu, yoksa edebi kanonun mu bu kimliği inşaa ettiği belirsizleşir.

Kanonun yeni bir kimlik inşa edilirken kullanımının yanısıra, geçmişi işlevselleştirmek gibi bir amacı da vardır. Kanon bir milletin geçmişinde özlem duyduğu, yahut şuan baktığı yerden geçmişte görmek istediği anları, ya da şuana mesaj vermek için geçmişten bulduğu uygun olayları, metinler vasıtasıyla bugüne aktarmasına yarar. Böylelikle edebiyat tarihinin çoğu zaman yazanların öncelediklerinden hareketle, metinler arasında bir hiyerarşi kurarak kendi anlatısını vurguladığı  olmuştur. Örneğin Türkiye’nin bir ulus devleti olarak ortaya çıkması ile beraber  divan edebiyatı/klasik edebiyatın gözden düşmesi, bunun yerine İslamiyet öncesi halk edebiyatı destanlarının öne çıkması, Türklüğü ve Türk edebiyatını mümkün olduğunca eski bir tarihe dayandırarak o günün ideolojik yapısını meşrulaştırmayı sağlamıştır. Böylelikle o günün otoriteleri divan edebiyatını kötüleyip, o metinleri görmezden gelirken aslında karşı çıktıkları Osmanlı devlet geleneğini görmezden gelmiş, halk edebiyatını öne çıkarırken kendi ideolojileriyle paralellik kurdukları metinleri öne çıkarmış oluyorlardı. Buna göre edebiyat tarihi oluşturup, buna göre müfredat hazırlayıp, buna göre yayın yapıyorlardı.

Ancak kanonun işlevi bunlarla da sınırlı değildir. Gregory Jusdanis Kanonun önemine şu açıdan değinir:

“Edebiyat kanonları bazı metinlerin otoritesini pekiştirir, kabul edilebilir olanı kabul edilemez olandan, edebi olanı edebi olmayandan ayırırlar: bir geleneği muhafaza edip bugünü geçmiş başarılarla irtibatlandırırlar; bütün bir milletin kimliğinin oluşturulup korunmasına yardım ederler; bir cemaatin hikayelerini düzgün hiyerarşiler içinde tasnif ederler. Kanon, içinde bir milletin, bir sınıfın ya da bir bireyin farklılaşmamış bir kimlik bulabileceği ütopik bir sürekli metinsellik mekanıdır. Kanonun işleyebilmesi için, kullandıkları dil ve otoriteleri ile onu üretip geçerli kılar gibi görünen (Homeros, Shakespeare, Dante ve Goethe) gibi kurucu dehalar kavramı esas önemdedir. Bu kurucular bütün milletin ruhunu ifade eder ve böylece, paradoksal olarak milli sınırları aşıp, evrensel şahsiyetler haline gelirler. Ama yerel ve küresel yazarlar olarak oynadıkları ikili rol kanonun milli statüsünü zedelemediği gibi ona milletlerarası bir prestij de verir.”[8]

Bu açıdan kanonun edebi değeri yüksek metinleri koruma, onu geleceğe aktarma, hem milli hem evrensel açıdan bazı metinleri klasikleştirme gibi önemli ve “faydalı” sonuçları da vardır. Klasik eserlerin sahip olduğu yüksek edebi ve sanatsal başarılar, onların klasikleşmesini sağlamış ve gelecek nesillerin sürekli bir kıstas olarak dönüp bakabildiği, her devirde farklı alımlayabildiği ölümsüz eserlere dönüşmesine yol açmıştır.

Antoine Compagnon da Literature, Theory and the Common Sense adlı kitabının yedinci bölümünde neyin “klasik” olduğu meselesine değinir. Tartışmasını ise büyük ölçüde Sainte-Beuve’den yaptığı alıntılarla sürdürür. Sainte-Beuve için bir klasik kendi tarzıyla herkese ve her çağa seslenir. O yüzden de okurları için her zaman yenidir. Bu yüzden de klasik eserler hem insanlığa hem de ulusa aittirler. Zamanlarını aşmıştırlar.[9] Ancak kanon ile klasik arasında önemli farklar vardır. Kanonlaştırma sürecinde kanon dışındaki metinler değersiz görülür, oysa klasik olamayan eserler için böyle bir dışlama söz konusu değildir.[10] Kanonlaşmış klasik eserler de söz konusudur. Ancak bu eserlerin kanonlaşması onların edebi-sanatsal değerleri sebebiyle yorumlanmaya devam etmeleri ve kanon konumuna bu yorumlanmayla gelebilmeleriyle olmuştur.

“Edebiyat kavramı geçerliliğini, tanım gereği bugüne ait ürünlerden üstün olan klasik külliyatın varlığına borçludur. Geçmişin anıtları bugünün estetik beğenisinin ve sanatsal üretiminin çok önemli parçalarıdırlar. Kanon geçmişin ürünleriyle çağdaş izleyiciler arasında bağlantı kurar. Kanonlar geçmişi canlı tutmanın ve onun şimdiki zamanın üzerindeki otoritesini pekiştirmenin birer aracı olarak ortaya çıkmışlardır. Toplumların ve geleneklerin hayatta kalmaları, sadece geçmişi koruyacak belleğe değil, aynı zamanda ve her şeyden önce zaman içinde kuşaktan kuşağa aktarılan önemli metinler arasında hiyerarşi oluşturmaya da bağlıdır.” [11]

Yukarıda işaret edilen nokta oldukça önemlidir. Ancak burada klasik ve kanonun farkını göz önünde bulundurmak gerekir. Klasikleştiği için kanona giren ve bu açıdan diğer metinlerle arasında bir hiyerarşi olan eserler, bugünün edebi üretimleri için de önemli bir yerde durmaktadırlar. Bu noktadan sonra sormamız gereken kanon oluşumunun kimler tarafından ve hangi kıstaslar çerçevesinde yapıldığıdır.

Murat Belge, edebiyat kanonlarının oluşumunda rol oynayan üç “merci”den bahseder. Bunlardan ilki edebiyat alanında, “edebiat işleri” ile ilgilenen her çeşit yazar (aydın, öğretmen, yazar, edebiyat eleştirmeni, gazete, edebiyat tarihçisi vs.), ikinci merci “siyaset” ve daha somutlaştırmak gerekirse “devlet denen tüzel kişilik”, üçüncü sınıf ise “halk” ya da “toplum”dur.[12] Belge, kanonu etkileme açısından bu üç merciden başka bir mercinin söz konusu  olmadığını söyler. Ayrıca Türkiye’deki kanon oluşturma süreci Batı’dan oldukça farklıdır. Harold Bloom The Making of the English Canon adlı eserinde İngiltere’deki “kanon”u tartışır. Belge, bu toplumlarda ikinci mercinin yani devlet ve siyasetin bizdeki kadar etkin bir rol oynamadığını belirtir[13]  Bu tarz toplumlarda bir metnin edebiyat içindeki değerini belirlerken kullanılan tek ölçüt yine edebiyatın kendisi olur.[14] Bu açıdan Jusdanis’in edebiyat kanonu ve edebiyat klasiklerinin önemli ve faydalı işlevlerine dair alıntıları, bu tarz toplumlar açısından Türkiye’ye nazaran daha yerinde bir tespittir. Çünkü Yine Belge’nin ifade ettiği gibi “Türkiye’de o ikinci kategorinin (devlet denen tüzel kişilik) bulunmadığı köşe bucak yoktur.”[15]

Kanon belirleyicilerinin kim yahut kimler olduğuna dair yapılan bu tespitlerden sonra kanonun hangi kıstaslar çerçevesinde belirlendiğine dair de birçok yorum yapılmıştır. Edebi-estetik kaygılar, birinci zümre için öncelense de Türkiye’de ikinci zümrenin etkisi, ve üçüncü zümrenin kalabalık ve değişken dinamikleri kanon belirlemede her zaman edebi kaygının olmadığını gösterir. Bu noktada Pelin Başçı, kanon tartışmasının aynı zamanda bir kültürel kimlik tartışması olduğunu vurgular, ve “milli edebiyat” isimlendirmesinin sorunlarına değinir. Osmanlı gibi çok kültürlü bir yapının ulus devlete dönüşmesi ve bu devletin temelinin etnik kimlik üzerine inşa edilmesi kanonu sadece edebi bir tartışma olmaktan çıkarmıştır.[16] Bu açıdan Türk edebiyatında kanonu tartışırken dil ve  din hususları, kanonun içinde yahut dışında olmayı etkilemiş hususlardır.

“Biberyan yaptlarını Türkçe yazmadığı için – millet paradigmasında dile ayrıcalıklı bir yer verilmiştir- bu yapıtlar Türkçe olarak yayımlanmış  olsalar bile Türk edebiyatının parçası olarak görülmez. Geç dönem Osmanlı edebiyatı için de, benzer saptamalar yapılabilir. Örneğin, II. Meşrutiyet dönemi mebuslarından ve bu dönemin “entelektüel dünyasının önde gelen adlarında” Zohrab Efendi’nin, yine o dönemin ünlü yayıncısı Ahmed İhsan tarafından 1913’te yayımlanan hikayeleri hiçbir Türk veya Osmanlı edebiyatı seçkisine alınmamıştır; bu hikayeler bugün gün yüzüne çıkartılmışlarsa, küçük bir çevrenin ilgilendiği azınlık edebiyatının (Türk edebiyatı değil) numunesi olarak görüldüklerindendir. Oysa “azınlık edebiyatı”nın “Türk edebiyatı”yla hiç ilgisi yok mudur? “İyi” veya “bizim” diyerek benimsediğimiz örnekleri kaç tanedir? Bu topraklarda yeşeren farklı grup ve yaşam tarzları hiç mi etkileşmemiş, birbirlerini aşılamamışlardır? Burada sorulan soruları toparlamak gerekirse, kanon tartışması ve kanonda açılım fikri Türk edebiyatını da yakından ilgilendirir.”[17]

Bu tarz Osmanlı kültürünün bir parçası olan halkların metinlerinin tarih içerisinde belli bir dönem tamamen unutulup, sonraları keşfedilse dahi yaygınlık kazanamaması, ve hatta kanona girmediği için hor görülmesi, kanonun belirlenmesinde metnin iç dinamiklerinden çok daha farklı etkenler olduğunu gösterir.

Bu etkenlerden bir diğerinin de devlet olduğunu söylemiştik. Devletin kurumları, devletin önceliklerine göre kanon oluşturmakta ve bunu yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Bu hususa örnek olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eser listesi verilebilir. Belli eserlerin bizzat devletin bir kurumu tarafından listelenmesi Türk edebiyat kanonuna bir müdahale olarak görülebilir. Aynı şekilde, Birinci Dünya Savaşı sırasında Harbiye Nezareti’nin dönemin şairlerinden askerleri cesaretlendirecek coşkulu şiirler yazmalarını istemesi, yine bazı yazarları Çanakkale’ye götürerek cepheyi ve gördüklerinden yola çıkarak eser yazmalarını talep etmesi, Türkiye’de devletin aktif olarak kanon oluşturma çabasına örnek olarak gösterilebilir.[18] Ancak bütün bunların kalıcılığı ve kanonda yer alıp almadığı başka bir konudur. Bu açıdan Murat Belge, Türkiye’de tarafların çoğulluğundan ötürü genel açıdan kabul görmüş bir “kanon” olmadığını belirtmiştir. Bu durumun da “Türkiye gibi, pek çok şeyin “yukarıdan aşağıya” belirlendiği bir toplumda bir paradoks, şaşırtıcı bir durum” olarak değerlendirmiştir. Kanon oluşturmak için girişim yapılmış ancak başarıya ulaşamamıştır.[19] Bu tespit tartışılması gereken başka bir husustur. Türkiye’de gerçekten bir kanon olup olmadığı, devletin teşebbüs etse de bunu başarıp başaramadığı titizlikle incelenmesi gereken bir tespittir. Ancak ben yazının kapsamı gereği bu konuya bu yazıda değinemeyeceğim.

Kanonun belirlenmesinde bir çok etken rol oynadığı gibi tür meselesi de zaman zaman belirleyici olmuştur. Bu açıdan Fowler, kanonlaşma sürecinde türün oynadığı rolün büyük olduğunu belirtmiş, türün metinler hiyerarşisindeki dönüşümleri en fazla etkileyen özellik olduğunu söylemiştir. Bu açıdan kimi zamanlarda kimi türler kanon niteliğine daha uygun olarak öne çıkarılmıştır.[20] Örneğin Gore Vidal’in kanonda yer edinememesi cinsel eğilimine bağlanmışsa da aslında Bloom gerçek sebebin Vidal’in yazdığı en başarılı romanların tarihsel romanlar olduğunu ve tarihsel roman türünün artık kanonlaşmaya uygun bir tür olarak görülmemesi olduğunu söylemiştir.[21] Türk edebiyatında da bu durum geçerlidir. Örneğin nazımın nesir karşısındaki hiyerarşik üstünlüğü kanona etki etmiştir. Kanon oluşturucu mercilerin birinci sınıfına giren edebiyat alanı ile uğraşan yazarlar arasına koyabileceğimiz Latifi’nin Latifi Tezkiresinde aslında nazım alanında da başarılı olduğunu, nesir yazmasının sebebinin nazımdaki başarısızlığı olmadığını vurgular. Bu vurgudan o zamanın edebiyat otoritelerince oluşturulan kanon da nazım türünün nesirden üstün olduğu manasını çıkarabiliriz. Tanzimat yazarlarımızdan Namık Kemal’in tiyatro türünü, halkı eğitmek için, hem eğlenceli hem de faydalı olması açısından öncelemesi türün, kanonda nasıl değişiklik gösterdiğine başka bir örnektir. Divan geleneğinde üstün tutulan şiir türü, Tanzimat’la beraber gözden düşmüş ve yerini; roman, tiyatro gibi türlere bırakmıştır.

“Kanonluk statü ve değer biçme ile, yalnızca tek tek yapıtların ve yazarların değil, aynı zamanda birer bütün olarak hareketlerin ve söylemlerin, hatta sanat ve edebiyatın kendilerinin gözde hale gelmelerine ya da gözden düşmelerine yol açan ölçütler ve standartlar ile ilgili bir şeydir. Değer biçme her düzeyde gerçekleşir(…) Michael Thompson’ın terminolojisini kullanacak olursak, bir metin önemli ya da önemsiz hale getirilebilir; gelip geçici (değeri düşmekte), süprüntü ( değersiz), ya da akılcı (değeri artmakta) olabilir. Bu sınıflara mensup olmak geçicidir. Ama bir kategoriden diğerine geçiş, fiziksel nesnelere ya da bilgi biçimlerine kalıcılık ya da geçicilik özelliklerini dayatan toplumsal bir işlemdir. Bu anlamda değer biçme nesnelerin toplumsal olarak işlemden geçirilmesidir. Değer özün ya da kişisel seçimin bir işlevi değil, bir toplumsal müzakere meselesidir.”[22]

Sonuç olarak, bazı metinlerin sürekli okunması, bazılarının ise unutulması, bazı eserlerin ve türlerin, diğerlerine göre üstün olmasının altında yatan nedenleri düşünmek gerekir. Bu nedenlerin deşifre edilmesi kanon oluşumunun anlamlandırılması için de oldukça önemlidir. Edebiyat alanında çevreden merkeze değişiklik gösteren bu tür hareketler, sadece yazarlar düzeyinde değil yazarların içine yerleştirildiği söylemler, beğeni standartları, ideolojiler, dil, din, ırk farkı gibi bir çok etmen ele alınarak anlaşılabilir.[23]

Maide Terzi

 

KAYNAKÇA

[1] Gregory Jusdanis, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür: Milli Edebiyatın İcat Edilişi, (Çev. Tuncay Birkan), (İstanbul: Metis Yayınları, 1998) 89.

[2] Jusdanis, a.g.e., 89.

[3] Jusdanis, a.g.e., 90.

[4] Jale Parla, “Edebiyat Kanonları”, Kitap-lık, (y.11, No:68, Ocak 2004), 51.

[5] Gregory Jusdanis, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür: Milli Edebiyatın İcat Edilişi, (Çev. Tuncay Birkan), (İstanbul: Metis Yayınları, 1998), 90.

[6] Gregory Jusdanis, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür: Milli Edebiyatın İcat Edilişi, (Çev. Tuncay Birkan), (İstanbul: Metis Yayınları, 1998), 83.

[7] Gregory Jusdanis, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür: Milli Edebiyatın İcat Edilişi, (Çev. Tuncay Birkan), (İstanbul: Metis Yayınları, 1998), 79.

[8] Gregory Jusdanis, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür: Milli Edebiyatın İcat Edilişi, (Çev. Tuncay Birkan), (İstanbul: Metis Yayınları, 1998), 94.

[9] Antoine Compagnon,  Literature, Theory and Common Sense, (New Jersey: Princeton University Press, 2004), 179.

[10] Jan Assmann, Kültürel Bellek: Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama ve Politik Kimlik, (Çev. Ayşe Tekin), (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2001), 122.

[11] Gregory Jusdanis, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür: Milli Edebiyatın İcat Edilişi, (Çev. Tuncay Birkan), (İstanbul: Metis Yayınları, 1998), 95.

[12] Murat Belge, Sanat ve Edebiyat Yazıları, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2009), 85.

[13] Belge, a.g.e., 85.

[14] Belge, a.g.e., 82.

[15] Belge, a.g.e., 85.

[16] Pelin Başçı, “Yerli Edebiyat, Yurdun Edebiyatı; Herkes Onu Okumalı: Türk Edebiyatı Kanonu ve Ulusal Kimliğin Sınırları,”, Pasaj 6 (Kasım 2007-Mayıs 2008): 51.

[17] Başçı, a.g.e., 52.

[18] Tahir Alangu, Ömer Seyfeddin: Ülkücü Bir Yazarın Romanı, (İstanbul: May Yayınları, 1968)

[19] Murat Belge, Sanat ve Edebiyat Yazıları, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2009), 93.

[20] Gregory Jusdanis, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür: Milli Edebiyatın İcat Edilişi, (Çev. Tuncay Birkan), (İstanbul: Metis Yayınları, 1998), 97.

[21] Harold Bloom, “Kanona Ağıt” (Çeviren: Mehmet H. Doğan, Kitap-lık, y.11, No:68, Ocak  2004), 81-82.

[22] Gregory Jusdanis, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür: Milli Edebiyatın İcat Edilişi, (Çev. Tuncay Birkan), (İstanbul: Metis Yayınları, 1998), 100.

[23] Gregory Jusdanis, Gecikmiş Modernlik ve Estetik Kültür: Milli Edebiyatın İcat Edilişi, (Çev. Tuncay Birkan), (İstanbul: Metis Yayınları, 1998), 95.

Exit mobile version