İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Modern Türk siyasal hayatının temellerinin başlangıç noktası olarak kabul edilen 1876 Kanun-i Esasi sonrası, Osmanlı’da meşrutiyet sistemi kurulmuştu. II. Abdülhamid’in saltanatı sonuna kadar askıda bırakılan ve kapatılan meclis(1878) daha sonra tekrar açılmış(1908) ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önderliğinde ikinci kez anayasal sisteme geçilmişti. Yeniden anayasal meşruti monarşiye dönüşle birlikte parlamento, seçim, askeri vesayet, darbe ve devrim girişimi gibi siyaseti dizayn eden birtakım unsurlar imparatorluk bünyesine dahil oldu.
İttihatçılar istediklerini elde etmiş, arzuladıkları anayasal sistemi yeniden yürürlüğe koymuşlardı ancak köklü ve derinlikli bir parlamenter yönetim kodlarına haiz olmayan imparatorluğun bu yeni düzeni hazmetmesi hiç de kolay olmayacaktı. Padişahın devlet yönetimindeki otonom yapısı ortadan kaldırılarak meclisin yürütme gücü güçlendirilmesine rağmen Babıali ile İttihatçılar arasında güç temerküzü mücadelesi devletin yönetilemez hale gelmesine yol açmış, hükümet krizlerini tetiklemiştir. Bu durum çok etnisiteli imparatorluk içerisinde farklı toplumsal ve dinsel gruplar arasındaki ayrılıkçı dalganın ateşi düşük seviyelerde seyrettiği bir süreçte arka arkaya toprak kayıplarının yaşanmasını hızlandırmıştı. Kabine bunalımlarının artış gösterdiği ve hizipleşmenin siyasi mecradan askeriyenin kılcal damarlarına kadar sızdığı böylesi bir ortamda İttihatçılar, imparatorluğu yönetebilme gayreti içerisinde cebelleşmekteydi. Ancak muktedir olmaları oldukça zordu. Zira sistemin kendisini oturtabilmesi için geleneksel güçlerle mücadele etmesi diğer bir deyişle çatışması gerekiyordu.
İmparatorluğun suni teneffüs ile hayatta tutunmaya çalıştığı ve bilahare geciktirmeye çalıştığı parçalanmadan en az zararla çıkmasını sağlama düşüncesi farklı fikirlerin tartışılmasını zaruri kılıyordu. Meclisin çok parçacıklı yapısı buna katkı sunabilirdi fakat İttihatçılar devlet yönetiminde inisiyatifin kendi kadrolarınca tutulmasına çalışıyor, bu durum muhalefetin sertleşmesine sebep oluyordu. Aktarmaya çalıştığımız bu umumi tabloda Osmanlı meşruti sistemi daha baştan çekişmenin ve yoğun politizasyonun içine hapsolmuş ve sağlıklı bir ilerlemenin önü tıkanmıştı. Özellikle bu dönem içerisinde basının rolünü vurgulamak son derece önemlidir. Çünkü 31 Mart Vakası'nın zuhur etmesine sebebiyet veren gelişmeler silsilesi İttihatçılar’a karşı açıkça cephe alan Serbesti Gazetesi başyazarı Hasan Fehmi’nin bir suikast sonucu hayatını kaybetmesiyle başlamıştır.
1909 yılının Mevlid Kandili günü kurulan İttihat-ı Muhammediye Cemiyeti, şeriat esasına dayalı bir yönetim anlayışını savunmaktaydı. Bu cemiyetin resmi yayın organı Volkan Gazetesi olup propagandasını dindar ve İttihatçı politika karşıtlarının üzerinde yapmaktaydı. Azmi Özcan, İslam Ansiklopedisi’ndeki İttihat-ı Muhammediye maddesinde ‘‘…Cemiyet nizamnâmesinin 1. maddesinde cemiyetin reisinin Hz. Muhammed Mustafa olduğu, 3. maddesinde cemiyetin amacının “memâlik-i hilâfette ve sâir bilâdda mütemekkin anâsır-ı muhtelife-i İslâmiyye’nin tehzîb-i ahlâkına ve ictimaî terakkiyatına bâis-i yegâne olan Kur’ân-ı Kerîm’in, şerîat-ı mutahharanın ilâ yevmi’l-kıyâm te’mîn-i devâmına sa‘y ü gayret eylemek” bulunduğu, 4. maddede cemiyetin faaliyet alanının bütün İslâm topraklarını içine aldığı ifade ediliyordu.’’ cemiyetin temel esaslarını aktarmaktadır. İttihatçılar ile Ahrar Fırkası arasında zaten var olan rekabet ve çatışma içerisine İttihat-ı Muhammediye de katılmış ve devletin en sıkıntılı dönemeci adım adım bir isyan ve iç kargaşanın dehlizine düşmüştür. Nitekim 30 Mart’ı 31 Mart’a bağlayan gece Osmanlı Devleti’ne bağlı Birinci Ordu içerisinde ayaklanma meydana geliyor arkasından Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi istifasını sunuyor, İstanbul’daki İttihatçı ofisleri yağma ediliyordu. İsyancıların istekleri kabul görürken bir yandan din merkezli yapısı öne çıkarılmaya çalışılıyordu. Ancak siyasi yönleri daha ağır basan bu karşı-devrim hareketi kısa süre sonra tersine dönmüştür. Makedonya’da konuşlanan Üçüncü Ordu anayasaya bağlı kalınması ve meşrutiyetin devamlılığın sağlanması amacıyla harekete geçti. Bu orduya da böylece Hareket Ordusu denildi. 11 Nisan’da İstanbul’a giren Hareket Ordusu anayasa ve ülkenin güvenliğin sağlanması konusunda garantör oldu. Milletin anayasal haklarının teminatı olarak II. Abdülhamid tahttan indirilirken yerine biraderi Mehmet Reşat geçiriliyordu. 31 Mart Vakası’nda sorumlu bulunan İttihat-ı Muhammediye’nin lideri Derviş Vahdeti idam edilirken İttihat ve Terakki çöküşün eşiğinden kurtularak iktidara daha sıkı tutunacağı dönemin beyaz sayfasını açmıştı.
Türk siyasi hayatının ‘‘köşetaşı’’ 31 Mart Vakası, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e pek çok miras bırakmıştır. Asker-ordu, siyasal yaşamın düzenleyici ve denetleyici şemsiyesi haline gelirken rejimin yılmaz savunuculuğu misyonunu da bu olayla birlikte üstlenmiştir. Keza sıkıyönetim uygulaması ve askeri dikta ile 31 Mart Vakası'nı ilk muhtıra ve siyasi yaşama el koyma -bir tür darbe- olarak okumak da mümkündür. Parlamenter sistemin bu topraklarda ortaya çıkardığı bozuklukların ve yol açmış olduğu krizlerin başlangıç noktası olan 31 Mart Vakası, aradan geçen 108 yıllık tarihsel süreçte Türkiye’nin genetik kodlarına sirayet eden darbe, muhtıra ve hükümet krizlerinin de ana taşıyıcısı olduğu belirtilmelidir.
Abdulkadir AKSÖZ
Yorum Yaz