Prof. Dr. Ahmet KAVAS, Afrika Tarihi deyince Türkiye’de akla gelen isimlerin başındadır. Akademik kariyerinin yanı sıra, Çad Büyükelçiliği de yapan Ahmet Kavas Hoca şuanda İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde fakülte dekanlığı görevine devam etmektedir.
ilimvemedeniyet.com yazarlarımızdan Oktay KAYMAK ve Yusuf Taner KILAVUZ Ahmet Kavas Hocaya misafir olarak, Afrika hakkında muhabbet dolu bir söyleşi gerçekleştirdiler.
Afrika deyince insanlar arasında açlık, yoksulluk, insan kaçakçılığı, terör gibi olumsuz önyargılar oluşturacak mefhumlar dillendiriliyor. Siz Afrika coğrafyasında uzun süreler bulunmuş ve Afrika ile ilgili yoğun çalışmalar yapan bir akademisyen olarak bu olumsuz önyargılar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Öncelikle açlık, fakirlik, geri kalmışlık, yoksulluk gibi durumlar Afrika’dan hariç diğer dünya coğrafyalarında da olan veya olması muhtemel olan durumlardır. Zaman zaman yaşanan bu durumlar, Afrika’ya mahsus değil ama bugün Afrika’da birçok yerde, bu kıtadaki çok sayıda ülkenin çoğu yerinde hatta bazen ülkelerin tamamında olabiliyor. Ama Afrika devasa bir kıta olduğu için, mesela Türkiye üzerinden düşünecek olursanız yaklaşık kırk tane Türkiye büyüklüğünde bir kıtadan bahsediyoruz. Haliyle Afrika denilince aklınıza oldukça gelişmiş, kalkınmış, kendine yeten ülkeler gelebileceği gibi, kendine dahi yetmeyecek ülkelerde gelebilir. Tüm kıtanın hemen hemen her yerinde sadece o ülkenin ihtiyaçlarını değil, dünyanın birçok ihtiyacını gideren kaynakların olduğunu da birlikte söylemek gerekiyor. Çünkü Afrika’yı olumsuz bir imajla tarif edince ora ile alakalı olumlu imajlar akla bile gelmiyor. Ve bu böyle gelmiş böyle de gider. Oysa tarihinde Afrika hiç de açlığıyla, fakirliğiyle dile gelmez. Kendi içinde bir düzeni olan bu kıta, sömürgecilikle beraber düzenleri yıkıldığı için ve aynı zamanda o sömürgecilik ülkelere göre elli yıl, yüz yıl, üç yüz yıl devam ettiği için ve bu Afrika’nın dengesinin tamamen bozduğu için bugün bu haldedir.
Yani, insanların tutumunu bu yönde şekillendiren insanların yanlış algıları mı?
Yani herhangi bir olumsuz Afrika karesini ele alırsak, o kare üzerinden Fransa’da, Almanya’da, İtalya’da, Amerika’da yahut Japonya’da yaşanılmayabilir, denebilir. Ama bunun yanında çok albenisi olan kareler üzerinden de “ne kadar güzel yermiş, burayı mutlaka görmek lazım” denebilir ve deniyor da zaten. Gelişmiş ve kalkınmış ülkelerle ilgili hep olumlu imajlar verildiği için onların kötü tarafları hiçbir zaman dile gelmiyor. Aslında oralarda da gayri insani, insanın hoşuna gitmeyecek çok şeyler var. Afrika’da da bu olumsuz imajların yanında, çok güzel, insanları oraya çekecek, inanılmaz kareleri yakalamak mümkündür.
Avrupa Birliği’nin Afrika’daki insani diplomasiye yönelik faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce buradaki insan gücü devletlerin Afrika politikasını nasıl şekillendiriyor?
Avrupa Birliği şuanda ülke ülke değil de genelde birlik üzerinden Afrika’ya ilgi duyuyor. Yapılan faaliyetleri ortak yaptıkları için, bir güç birliği olarak Afrika’da etkinlik kurmuş oluyorlar. Mesela birçok ülkede herhangi bir Avrupa ülkesinin elçiliği yok, çünkü orada Avrupa Birliği Büyükelçiliği var. Avrupa Birliği Büyükelçiliği, diğer ülkeleri de temsil ediyor. Orada o ülkenin bir menfaati varsa, o büyükelçi üzerinden onu zaten çözmüş oluyorlar. Yani şuanda toplamda AB üyesi ülkelerin, hassaten eski sömürgeci ülkelerin Afrika ile olan ticaret hacimleri çok fazla. Mesela Çin’in ticaret hacmi için 150-200 milyon dolarlık ortalama rakamlar veriliyor ancak Avrupa Birliği ile kıyaslayacak olursak, Avrupa Birliği’nin rakamları çok daha fazladır. Fakat bu bilgiler çok yakından takip edilmiyor. Net rakamlara da ulaşılması istenmiyor. Çünkü Avrupa’nın şuanda Afrika ülkelerinden elde ettiği menfaatler olmasa Avrupa Birliği diye bir güçten bahsetmek ekonomik anlamda çok zor.
Çin ve Avrupa Birliği demişken; Avrupa Birliği, yükselen bir güç olan Çin’in Afrika’ya girmesini, uyguladığı politikalarla kolaylaştırıyor mu? Bunun üzerinden Çin’in Afrika’daki politikalarını değerlendirebilir misiniz?
Görünürde böyle değil. Avrupa Birliği’nin ifadelerinde Çin’in Afrika’daki giderek artan gücü, Avrupa Birliği üyesi ülkeleri özellikle eski sömürgeci ülkeleri çok rahatsız ediyor. Çünkü Çin Afrika’ya gelirken Afrika’nın her şeyine talip; toprağına, taşına, insanına, madenine, suyuna, ormanına akla gelebilecek ne varsa hepsine talip olduğu için, Çin’in orada belli bir güce ulaşmasından sonra, Avrupalıların Afrika’daki etkinliğinin azalması bir yana dursun, kesinlikle yok olacaktır. O yüzden de Avrupalılar, Çin’in bu etkinliği engellemek istiyorlar ve Afrika’daki faaliyetlerini “21. yy’da Afrika, Çin’in yeni sömürgesi olacak” gibi ifadeler ile dile getiriyorlar.
Afrika’da Türkiye’nin barış inşa edici kapasitesi sizce hangi seviyededir? Türkiye’nin Afrika’da elini güçlendiren araçlar hangileridir? Veya Türkiye’nin elinin güçlenmesi için hangi araçlar gereklidir?
Türkiye’nin Afrika’daki barış ile ilgili etkinliğini çok abartmamak lazım, yani hiç yok demek de zor olur. En karışık ülkelerden Somali ile ilgili İstanbul’da yapılan Somali Zirveleri bir ölçüdür.
Afrika devlet adamlarıyla, Birleşmiş Milletlerle veya uluslararası kuruluşlarla Afrika’nın güvenliği konusunda Türkiye’nin yaptığı görüşmeler, zirveler, toplantılar var. Ama bugün bir Libya konusunda veya herhangi bir Afrika ülkesi konusunda, orada bir olay çıktığında oraya doğrudan müdahale edebilecek, orası ile ilgilenebilecek konumda henüz değiliz. Sebebini de, gerçekten oradaki dengeleri çok iyi tanımak, dengelerle irtibatı kalıcı tutmakta aramalıyız.
TÜRKİYE AFRİKA’DA YOK DEĞİL, YETERLİ DE DEĞİL
Örneğin, Orta Afrika konusunda her gün yeni gelişmeler var ama şuanda, Türkiye’de, kamuya, oradaki yaşanan ve çokta ızdırap içeren gelişmelerle ilgili neredeyse bilgi aktarılamaz hale geldi. Bunlara bir an evvel bu ülkelerle ilgilenen hem şahıslar, hem de özel ve devlet kurumlarının çok ciddi zaman ayırmaları, imkân ve fırsat oluşturmaları gerekiyor. Böylece Afrika’daki güvenliğin oluşmasında ve sağlanmasında Türkiye önemli bir ülke olabileceğini onlara gösterebilir. Aslında bir yönüyle biz onların güvenini kazandık, yani Somali’deki varlığı ile aslında Afrika’daki herhangi bir ülkenin, Türkiye’ye yakınlaşması durumunda bundan kazançlı çıkacağını ve sonuç alabileceğini diğer ülkeler de biliyor. Türkiye’nin barış inşa edici kapasitesi yok denemez, mevcut konumu çok iyi denemez, daha iyi olması için de çok iyi yetişmiş, anlık olarak Afrika’nın her tarafını takip eden hem kurum sayısını hem de bunun özelinde çalışan insanların sayısını artırmamız gerekiyor.
Şuan Afrika’da da bulunan FETO yapılanması, İslam dünyasının ve özellikle de Türkiye’nin uluslararası arenadaki konumunu nasıl etkilemektedir? Türkiye, ulusal-bölgesel ve küresel barışı tesis etmek adına FETO ile mücadelede Afrika’da nasıl bir yol izlemiştir ve izlemelidir?
Öncelikle sosyal dokunun yani oradaki hayatın içinde olan yapılar, okullar ve değişik ağlarla bu yapılanmanın orada faaliyet gösterdiğini biliyoruz. Eskiden merkez ülke olarak bu eylemlerini Türkiye üzerinden sağlıyorlardı. Şu anda Türkiye onlar için ağların merkezi olmaktan çıktı. Ancak diğer ülkelerle Afrika ülkeleri arasında veya Afrika’nın kendi içinde bulunan ülkeler arasında irtibatları ile bir müddet daha varlıklarını sürdüreceklerdir.
FETÖ KENDİSİNİ TÜRKİYE’NİN TEMSİLCİSİ OLARAK GÖSTERMEYE DEVAM EDİYOR
Halkın arasına girdikleri için ve her gün halkla konuştuklarından dolayı halkı ikna etmeleri kolay oluyor. Biz, devlet veya başka yapılar (sivil-devlet kurumları) olarak herhangi bir ülkenin halkının arasına yeteri kadar giremediğimiz için yerel halkın tek dinlediği ve tek muhatap aldığı onlar oluyorlar. Yani oradaki 39 ülkede sefaretimiz var ama oraya gelip sefarete ‘Ne olacak bu iş diye’ sorabilecek insan sayısı bir elin parmak sayısını geçmez. O yüzden bu yapılanma; onlarca, yüzlerce öğrenci üstünden ailelere; hatta binlerce, on binlerce aileye ve yüz binlerce insana ulaşıp, kendilerinin o Türkiye’de ortaya çıkan gerçek yüzlerini çok rahatlıkla kapatıp, geçmişte olduğu gibi kendilerini Türkiye’nin oradaki yegâne temsilcisi, Türkiye adına faaliyet gösteren bir yapılanma ve hatta haksızlığa uğradıkları şeklinde anlattıklarına dair bu tür bilgiler var ve biz de bu bilgileri biliyoruz.
TÜRKİYE’Yİ AFRİKA’YA DOĞRU ANLATMAK GEREKİR
Yani Afrika’daki FETO yapılanmasının önüne geçilmesinin yegâne şartı, Türkiye’de insanların bu bizim ülkemizin menfaati doğrultusunda değil, diğer ülkelerde bir şekilde bu yapılanma hakkında neler olup bittiğini bilmeleri gerekir. Ve doğrudan o ülkelere -özellikle Afrika- gidip onlarla alanda kavga etmek şeklinde değil, bilakis, Türkiye’yi ve onun mevcut durumunu anlatmak gerekir. Bu konuda bu olayı ehliyetli veya ehliyetsiz bir-iki kişinin inisiyatifine bırakılırsa veya sadece diplomatların eline bırakılırsa diplomatların yapacağı görevler bellidir ve sınırlıdır. Ama sivil hayatta çok daha etkin olabilmek mümkündür.
GERÇEKLERİ BİLSELER, BÜTÜN OKULLARI KAPATIRLAR
Akademik olarak Afrika’da ne kadar etkin, ses getirebilecek vasıtalar varsa, onlar üzerinden oralara ulaşmak gerekiyor. Şuanda Türkiye’nin bu anlamda yeterli bir teşebbüste bulunduğunu iddia etmek zor; çünkü öyle bir şey olsa Afrika ülkeleri Avrupa ülkeleri gibi değildir. Birkaç ay içerisinde, Türkiye’de yaşanan olayları yüzde elli gerçeği ile bilmiş olsalar, kendi elleriyle bu okulların hepsini kapatırlar. Ve o okullar Türkiye’den gönderilen yardımlarla, insanların imkânları ile yapıldığı için de onları Türkiye devletine yine kendilerine hizmet etmek üzere devrederler.
Türkiye’de Afrika ile ilgili yapılmış çok az sayıda akademik çalışma var. Uzmanlık alanı Afrika olan çok az sayıda da akademisyenimiz var. Hocam siz gidip görmüş, görev yapmış ve Türkiye’de bu alana yönelik çalışmalar yapan biri olarak, sizce Afrika konusunda uzmanlaşmak isteyenler nerden başlamalı ve nasıl bir yol izlemelidir?
Uzmanlık konusu, sadece Afrika konusunda değil bugün Türkiye’de Avrupa konusunda, Avrupa ülkeleri, Avrupa toplumları, Avrupa’daki milletlerle ilgili, Avrupa şehirleri ile ilgili, sosyal, ekonomik ve kültürel hayat ile ilgili de çok uzmanımız yok. Rusya konusunda da çok uzmanımız yok. Aynı zamanda Uzakdoğu, Asya, Latin Amerika ve Kuzey Amerika konusunda da uzman yok.
UZMANLIK BİR SÜREÇTİR
Yani Türkiye’de bugün acaba Kanada konusunda uzman var mı ki, Zambiya, Senegal veya Sudan konusunda olsun. Uzmanlık bir süreçtir; başlar, gelişir ve devam eder. Ama sürdürülmezse bir daha geri dönmek çok zordur. Osmanlılar zamanında Afrika ile ilgili üretilen bilgiler, Osmanlı Devleti’nin fazlası ile ihtiyacını giderek seviyede idi. Osmanlı’nın Afrika ile ilgili bildiklerini maalesef hem Osmanlı’nın son döneminde, hem de Cumhuriyet döneminde tamamen yok saydık. Böylece Afrika’yı hiç bilmiyormuş gibi bir konuma geldik. Oysa bizim Afrika ile ortak tarihimizin bin yıllık bir geçmişi var. Bin yıllık geçmişin kaynaklardaki bilgileri bile ortaya çıkarılsa çok ciddi anlamda bir veri tabanı oluşur. Bu zaten kütüphanelerde ve arşivlerde var. İlk olarak, sadece bunları okuyup bunlar üzerinde uzmanlaşıp bugünün diline aktarmak gerekiyor. İkincisi ise, şuanda Afrika ülkelerinin hemen hepsinde vatandaşlarımız çalışıyor. Bu çalışan vatandaşlarımızın bulundukları, iş yaptıkları herhangi bir görevde yaşadıklarını yazmalarıyla Türkiye için dünyada çok az ülke insanının yapabileceği bilgi akışı sağlanabilir. Şuanda bu akış yapılmıyor, Avrupa’da milyonlarca insanımız da yapmıyor. Afrika’ya gidenler bu bilgi akışını sağlamıyor. Uzman olmak çok zor değil. Sadece sebat etmek ve istemekle olan bir şeydir. Türkiye’de ben öyle tahmin ediyorum ki, yirmi sene sonra Afrika’daki hemen her yeri bilen insan sayısı yüzleri geçecektir.
Hocam, Afrika ile 1000 yıllık bir tarihsel bağımız var, dediniz. Peki, bu tarihsel bağları esas alarak Afrika’yı önümüzdeki 100 yıl içerisinde hangi konumda görüyorsunuz?
Yani şöyle ki, 1900 öncesi tarihsel bağları görünce; o bağların içine girdikçe, ne kadar çok güçlü bağlantılar, irtibatlar, hayati konular olduğunu anlıyoruz.
1900lü yıllar yani 20. yüzyılda sanki bu kıtayı hiç tanımıyormuşuz gibi, mesela bir Asya ülkesi olan Nepal’in kıtaya nasıl ilgisi yok ise, nasıl Kamboçya’nın Afrika’yla alakası yok ise öyle bir konuma getirilmeye çalışılmış bir Türkiye lanse edilmektedir. 21. yüzyıldaki bu süreci, tekrar geçmiştekini de hatırlatarak, ona vurgu yaparak, onunla olan bağlantıları daha iyi anlayarak 21. yüzyılda olması gereken bir ilişki ağının sağlanması gerekiyor. Bu konuda ben ümitvarım. Yani on sene öncesine göre bugün geldiğimiz noktada hayal edemeyeceğimiz kadar güzel şeyler oldu ama bu güzel şeyler yeterli mi? Bence, kesinlikle yetersiz. Peki, nasıl daha iyi ilerletilebilir? Atılan adımları çoğaltarak, daha kuvvetlendirerek ve Afrika ile Türkiye arasında bağ olabilecek insanların sayısını, hem mevcudu iyi değerlendirerek, hem de mevcuda yenilerini ilave ederek ilerletebiliriz. O zaman göreceğiz ki, biz eğer Afrika ile dört dörtlük ilgilenebilirsek Afrika, kendi kimliğini ve kişiliğini korur. Türkiye, Afrika’dan istifade edebilir mi? Etmesi gerektiği kadar istifade eder. Yoksa şuanda Afrika’dan istifade edenler, istifade etmesi gerekenin çok üstünde istifade ediyorlar. Bu da Afrika’yı çok yıpratıyor ve zora sokuyor.
Kıymetli vaktinizi ayırıp, böyle güzel bir sohbete bizi dahil ettiğiniz için çok teşekkür ederiz.