TÜRKİYE'DE MEDYANIN DEMOKRATİKLEŞMESİ ÜZERİNE

TOPLUM VE GÜNDEM

Altun, F., Çağlar, İ. (2017) “Türkiye’de Medyanın Demokratikleşmesi”, AK Parti’nin 15 Yılı: Toplum, İsmail Çağlar & Ali Aslan (ed), İstanbul: SETA Yayınları, s.13-30.*

Ele alacağımız kitap bölümünde, Türkiye’de basın sektörünün demokratikleşme sürecine odaklanılmış, değişen siyasi iklim ve aktörlerin belirleyiciliği üzerine değerlendirmelerde bulunulmuştur. Medyanın demokratikleşmesinin siyasallaşmış bir zeminde yürütüldüğü belirtilerek, Türkiye’deki medya-siyaset ilişkilerine ışık tutulmuştur. Biz bu değerlendirme yazısında, medya kavramının kökeni, medya-siyaset ilişkisinin Türkiye’deki seyri, uluslar arası etkilenimler sonucu dönüşen medya söylemleri ve güncel bir mesele olarak etik ile bağdaşmayan içeriklerin sansürü meselelerini irdeleyeceğiz.

Medya, “aradaki şey, araç” anlamına gelen Latince “medium” kelimesinden türetilmiştir. Zaman içerisinde mahiyetinde değişim meydana gelen medya; hakikati aktarma, topluma bilgi sağlama vazifesinden, ekonomi politik yaklaşım temelli bir anlama bürünmüştür. Dönüşen iletişim ve medya ile bireyler, artık sadece alıcı değil, aynı zamanda verici olarak kitle iletişiminin bir parçası olmaktadır. Bu durum, demokrasi ile birey arasında medyanın etkinliğini ve medya üzerindeki belirleyici faktörlerin önemini artırmaktadır.[1]

Demokraside “sine qua non” olarak kabul edilen basın özgürlüğü ön şartı medyanın iktidar tarafından baskı görmemesidir. Medyanın güç vesayetleri tarafından baskıya maruz bırakılması, etkin halk görüşünün oluşmasını engellemekte ve demokrasi kültürüne zarar vermektedir. Medyayı kuşatan başlıca iki baskı unsuru vardır. Askeri güçler doğrudan ve somut olarak, iktidarı çevreleyen ideolojik çevreler dolaylı ve soyut olarak medyayı baskılayan unsurlardır. Baskı grupları ve yönetim gruplarına karşı bir denetim unsuru da olan basın özgürlüğü, ilk yorumlayıcılarından Peuchet tarafından, 18. yüzyılda, adeta siyasetsiz bir siyasetin varlığını mümkün kılacak faktör olarak yorumlanmıştır.[2] Türkiye’de medya sektörünün demokratikleşmesi yolunda  medya üzerindeki baskı araçları, aktörler, onların negatif ve pozitif etkilerini incelemek önem arz etmektedir.

Farklı siyasi dönemlerde medyaya karşı alınmış baskı tavrındaki değişimler gözden kaçmamaktadır. Kemalist rejimin hüküm sürdüğü dönemlerde basın özgürlüğünün kısıtlanmasında, dönemin şartları gereği ve kısıtlamaların kaçınılmaz olarak uygulandığı yönündeki gerekçeler üretilmiş, Kemalist rejimin prensiplerinin sorgulayamaz hale getirilmesi metodu izlenmiştir.  Baskıcı yönetimin politikalarını kanun yolu ile ihlal edilemez hale getirmesi devletin bekasının sağlayacağı yönünde argümanlar kullanılmıştır. Bu durum, dönemin siyasi elitinin aydınlanmacı fikirlerinin kanunlar desteğiyle uzun yıllar hüküm sürecek olan hegemonya tesisini sağlamıştır. Bu hegemonya, sosyal ve kültürel alan ile beraber bunların şekillenmesi yolunda en etkili mecra olan medyaya de tesir etmiş, onu denetimi altında bulundurmuştur.

Medyayı tekeline alan gazeteci eliti, iktidar  değişimleri sonrasında da  yaygın eleştiri argümanlarını kullanmışlardır. Batılılaşma paradigmasını benimsemiş olan seçkinler, kendilerine, düşünceleriyle toplumu aydınlatma misyonu tayin etmişlerdir. Böylelikle medya, Kemalist rejimin propaganda kanalı olmak vazifesini sürdürmüştür. Muhalefet alanına geçtiklerinde ise olayları iktidar politikalarını “gerici, geleneksel ve kurucu Kemalist prensipleri ile bağdaşmayan” şeklindeki eleştirilerle bastırmak istemişlerdir. Bu söylemlerin medya aracılığıyla da yayılmasının sağlanması, kamu hizmetine yarar sağlama amacından uzaklaşan ana akım medyanın, baskı gruplarının ideolojik uygulamalarının aracı haline geldiğinin göstergesi niteliğindedir.

Basın özgürlüğünün karşısındaki temel engel olarak kısıtlama ve denetimin askeri darbe dönemlerinde arttığı görülür. Yerleşmiş korku kültürünün yargısal alan dışındaki diğer sebebi de budur. Kısıtlamaların tek nedeni dahili değildir. Uluslararası siyaset alanında gerçekleşen ideolojik akımlar, uluslararası organizasyonlarda alınan kararlar kendi ülke yönetimimizin bu gelişmeler karşısındaki durumu, medyaya karşı alınacak tavrı belirlemektedir. Bunun sonucunda gazetelerin ve diğer yayın organlarının söylemleri kullandıkları kelimeler üzerinde baskı kurulabilmektedir. Uluslararası alandaki tehditlerin zaman içerisinde değişmesi ile medya üzerinde baskılanan kavramlar bahislerinde değişimleri dikkatimizi çekmektedir.

Soğuk savaş sonrası Sovyetlerin çökmesi ile diğer bir coğrafyamızın ötesindeki sorun olan PKK ve bu tedirginliğin beraberinde türetilmiş Kürt sorununa ilişkin kavramlar üzerinde baskılama yoluna gidilmiştir. Bu tehlikenin zaman zaman ülke gündemimizden uzaklaşmasıyla İslamcı hareket, yeşil kuşak, muhafazakar siyasi\sosyal meseleler ve onların kavramları üzerine baskı kurulmaya çalışılmıştır. İrtica, gericilik, yobazlık ve benzeri söylemler ötekileştirici\marjinalleştirici argümanlar olarak kullanılmıştır. Kitapta ele alınan korku kültürünün canlı tutulması amacıyla korku ile hegemonya sürdürme faktörünü de eklemek sebebin kökenine inmemizde yardımcı olacaktır. Bahsettiğimiz süreklilik ile baskı grupları medya ve toplum üzerindeki etkisini gücünün meşruiyetini sağlamak amacıyla meşrulaştırmaktadır.

Kitapta ele alınan internet erişim yasakları bahsine, güncel bir mesele olarak şu yorumu da eklemeyi gerekli görmekteyiz.  Toplumun ahlakının sağlığının korunması, hak gaspına neden olan durumlarda medya serbestiyetinin kısıtlanmasını meşru olarak görmekteyiz. Devletin sağlıklı sürdürülebilir bir neslin sağlanması yönündeki sorumluluğu fikrimizce diğer sorumluluklarının ötesindedir. AK Parti iktidarıyla “tehdit kültürü”nün daha nitelikli kullanıldığı görülmektedir.

Bahsettiğimiz birincil değerleri yönelik getirilen tahribat, uzun vadede bir takım özgürlüklere getirilecek zarardan daha büyük bir yozlaştırıcı etkiye sahip olacaktır. Devletin müdahale etmesine gerek kalmadan toplumun kendi değerlerine aykırı gördüğü içeriklere karşı oluşturduğu tepki mekanizması tepki karşısında içeriği geri çekme yoluna giden kişi ve kurumlar medya alanındaki demokratikleşmeyi ve özdenetim kültürünün yerleştiğini göstermektedir. Türkiye’de AK Parti hükümeti ile bahsettiğimiz sorunlar karşısında denetim araçlarının halkın istifadesine sunulması, artan toplum bilinci, tehdit kültürünün inkişafına ve hükümetin başarılı bir medya denetimi politikası yürüttüğü çıkarımında bulunabiliriz. Kurulduğundan bu güne AK Parti, siyaset ve toplum üzerindeki hegemonyayı kırmaya yönelik hamleler gerçekleştirmiştir. Yukarıda ulaştığımız sonuç üzere hükümet, millet odaklı bir politika üretmiş, geçmişteki korumacı statüko anlayışının sonlandırılması hedeflenmiştir.[3]

 Furkan EMİROĞLU

[1] https://www.ilimvemedeniyet.com/john-keane-medya-ve-demokrasi-uzerine.html

[2] John Keane, Medya ve Demokrasi, Haluk Şahin(çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015,  s.53.

[3] Ünal, M., “AK Parti Döneminin Demokratikleşme Adımları”, Kuruluşundan Bugüne AK Parti, Nebi Miş& Ali Aslan (ed), İstanbul: SETA Yayınları, 2018,  s.272.

Furkan EMİROĞLU
Furkan EMİROĞLU

Research Assistant in Political Science

Yorum Yaz