TÜRKİYE’NİN BİTMEYEN GÜVENLİK AÇIĞI

GÜVENLİK VE TERÖR

Güvenlik sorunsalı bir devletin en temel açmazlarından biri olarak kabul edilir. Devlet aygıtının sağlıklı bir şekilde fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için her zaman güvenli bir ortama ihtiyaç vardır. Türkiye’nin içerisinde yer aldığı coğrafya ise, tarih boyunca güvensizlik merkezi olarak kavramsallaştırabileceğimiz çok karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu coğrafyada uygulanmak istenen her politik tercih, etnik, dini, mezhepsel ve kültürel olarak farklılıkları keskinleşmiş gruplar arasında güç dengesi, kar-zarar tablosu ve her an değişebilen dinamikler üzerinden hesaplanarak uygulanmak zorundadır. Güvenlik odaklı politikalar, Ortadoğu’da yer alan devletler için birincil politika(highpolitics) olmuştur. Zira bu bölgede devletlerarası ve/veya devlet dışı gruplar arasındaki rekabet ve yarış, savaş ve çatışma olmaksızın çözülememektedir.  Türkiye’nin kuruluşundan bu yana karşı karşıya kaldığı dış politikadaki sorunların düğüm noktası komşularının istikrarlı bir yönetim modeline sahip olmamalarıyla yakından ilişkilidir. Zayıf ve güvenliğini sağlayamayan güney komşularının varlığı karşısında Türkiye, sürekli bir güvenlik açığıyla yüzleşmektedir.

Türkiye’yi bölgesindeki diğer ülkelerden farklı ve değerli kılan niteliği Batı-Doğu arasında kendisini sentezleme becerisi ve tarihsel açıdan özgün bir geçmişe sahip olmasıdır. En kötü dönemlerinde bile Türkiye’nin komşularından daha güçlü olduğu su götürmez bir gerçektir. Ancak Türkiye’nin hinterlandında son yıllarda fazlasıyla güvenlik başlığı altında yaşanan hadiseler güvenlik açığımızın nevi şahsına münhasır tablosunu ortaya koymaktadır. Güney sınır hattı ekseninde PKK, DAEŞ, PYD/YPG gibi terör örgütleriyle amansız bir mücadele yürüten Türkiye, güvensizlik merkezinin ana hedef noktasına sabitlendirilmiştir. İşbirliği ve kazan-kazan stratejilerinin uygulamada en fazla sonuçsuz kaldığı bir coğrafyada limitlerin sorgulanması kaçınılmazdır. Diplomasinin keskin bir kılıç, uluslararası hukukun işlevsiz bir metinden ibaret olduğu gözlemlendiğinde devletlerin kendi çıkar ve güvenlikleri peşinden telaşla koşmaları normaldir. Hukuk ve işbirliği, düzen ve güvenlik kadar birincil olmamaktadır. Bununla birlikte Türkiye, bölgesinde kaosun yayılmasına karşı verdiği mücadele ve müdahalelere rağmen üst üste gelen sorunlarla ulusal güvenlik kaygısı yaşamaktadır. Tüm bunlar Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu kararı ile doruğa taşınırken zorunlu tedbirlerin alınmasına ortam hazırlamaktadır.

Irak’ta kökenleri 2003 Amerikan işgaline uzanan farklı fraksiyonlara bölünmüşlük hali ve şiddet merkezli yapı sürdürülebilir devlet mekanizmalarının yokluğunu doğurmuştur. Kürtlerin bugün bağımsızlık referandumu ile ortaya koydukları irade, DAEŞ’e karşı yapılan mücadele, merkezi yönetim ile paylaşılamayan petrol gelirleri ve memur maaşlarının ödenmemesi gibi başlıklar çerçevesinde uzun yıllardır beklenen zamanın geldiği sonucundan hareketle sahneye konulmuştur. Zamanın ruhuna(Zeitgeist) göre düşünüldüğünde bölgesel yönetimin Kürt bağımsızlığının artık kaçınılmaz olduğunu ileri sürmesi ve toplumun bu yönde konsolide edilmesi milliyetçilik tabanlıdır. Geri dönüşü olmayan bir yola girildiğinin beyan edilmesi bu minvalde okunmalıdır.

Güvenlik endişelerinin somut olarak Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ne deklare edilmesine rağmen referandumun engellenememesi sonrası Türkiye, sınırında yeni bir otonom devletin kurulmasına karşı askeri ve diplomatik tüm seçenekleriyle karşı olduğunu ilan etmektedir. Bölgesi bir güvensizlik merkezinde Türkiye, güney sınırlarındaki revizyonist hareketlere karşı son yıllarda status quo ante’ye (önceki durum) dönme politikasını uygulamaktadır. Ancak ne var ki bölgedeki uluslararası güç dengelerinin değişkenliği ve aktör sayısının çokluğu Türkiye’nin politikalarının uygulanabilirliğini engellemektedir. Bu durum, Türkiye’yi sürekli bir güvenlik açığı tehdidiyle baş başa bırakırken bölgede istikrarlı bir güven ortamının sağlanmasına da olanak tanımamaktadır. Dolayısıyla Türkiye kendisini hem terör blokuyla hem de siyasi olarak Irak’ın bölünme ihtimaliyle oluşacak güç boşluğu sebebiyle kuşatılmış hissetmektedir.

Toparlayacak olursak referandumun getirdiği güvenlik açığı Türkiye’nin sert veya yumuşak tüm güç unsurlarıyla kapatılmaya çalışılmaktadır. Her ne kadar ticari bir partner olarak son yıllarda Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile iyi ilişkiler içerisinde olunulsa da bir ülkenin güvenlik ihtiyacı her şeyden üstündür. Türkiye aktif tedbirler alarak ve indirgemeci yaklaşımlardan uzak durarak hareket alanını geniş tutmaya özen göstermek zorundadır. Son olarak yıllardır süregelen ve uzun yıllar daha düzelmesi beklenmeyen bölgesel güvensizlik merkezinde Türkiye, güvenlik açığını askeri boyuta ek olarak ekonomik ve siyasal boyutlarını içerisine alan derinleştirilmiş bir güvenlikleştirme politikası ile çözmesi gerektiği ifade edilmelidir.

ABDULKADİR AKSÖZ

Abdulkadir AKSÖZ
Abdulkadir AKSÖZ

Political Science Indian Subcontinent Studies [email protected]

Yorum Yaz