Türkiye’de geleneksel güvenlik politikası kırk yılı aşkın bir süredir PKK ve Kürt sorunu üzerinden biçimlendirilmektedir. Resmi devlet söylemi özellikle PKK terörünü iç ve dış kaynaklı olarak ifade etmektedir. Kürt meselesinin uluslararası bir sorun haline gelmesi yeni olmamakla beraber sınırları hareketlendiren Iraklı Kürtlerin bağımsızlık referandumu, hassas dengeleri sarsmaya yetmiştir. Bu bağlamda güvenlikçi yaklaşımın dış politikaya egemen hale geldiği şu günlerde Türkiye’nin güvenliğini konuşmak fazlasıyla zaruridir.
Dünyada devleti olmayan en kalabalık devletsiz halk (people without state) olarak gösterilen Kürtler, farklı ülkelere dağılmış, önemli bir etnik ve kültürel gruptur. Ancak bugün İran’dan Türkiye’ye, Irak’tan Suriye’ye farklı bölgelerde yaşayan Kürtler arasında homojen, bütüncül ve tutarlı bir siyasal pozisyon yoktur. Kürtlerin sadece Irak özelinde özerk bir yönetime sahip olduğu görülürken diğer ülkelerde(Türkiye, İran, Suriye) önemli bir topluluk olarak varlıklarını sürdürüp siyasal ve kültürel haklar talep etmelerinin yanında terörist grupları doğurdukları da bir gerçektir. Kürtlerin Ortadoğu’nun yukarı havzasında yer alan Türkler ve İranlılar’ın arasında onlarla iç içe yaşayan Arap dışı en büyük ve en kalabalık topluluk olduğu bilinmektedir. Türkiye’de uzun yıllar güvenlik zafiyeti olarak kabul edilen Kürt meselesi, temelleri inkar politikaları ile vesayetçi kurumların dayatmalarıyla meydana getirilen Kürt kimliğini yok sayma girişimlerine dayanan, PKK’nın kendisine alan bulmasıyla adeta çözüm bulunamayan daimi bir probleme dönüşmüştür.
Kürt meselesi on yıllardır Türkiye’nin demokratikleştirilmesinden ayrı düşünülemeyecek bir konu olarak hep gündemde kalırken aynı zamanda güvenlik sorununun da ana aksı olarak dillendirilmiştir. Türkiye’nin güvenliğini konuşmak PKK terörü ile eşgüdümlüdür. Güvenlik ve PKK meselesinin kırk yıldır ayrılmaz bir ikili hale gelmesinin siyaseti, ticareti ve gündelik toplumsal yaşamı doğrudan etkilediğine dikkat edilmelidir. Her şeye rağmen ülkenin kendi içerisindeki güvenlik problemini bir noktaya kadar halledebilmesi ekonomik ve askeri gücün varlığıyla ilişkilidir. Ne var ki bugün yaşanan güvenlik problemi siyasal bir olay üzerinden neşet etmektedir. Türkiye referandumun kendi topraklarında yaşayan Kürtler üzerinde emsal teşkil edebileceğini düşünmektedir. Bu durum geleneksel güvenlik sarmalını yeniden açığa çıkarırken toplumsal tabanda milliyetçi reflekslerin güçlenmesine zemin hazırlamaktadır.
Türkiye’nin bölgesel bir güç olma ideali önündeki en büyük çıkmazı olan güvenlik sorunsalı ekonomik ve siyasal gelişimin önüne set kurmaktadır. Kürt meselesinin Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin gerçekleştirdiği bağımsızlık referandumu sonrası artık geleneksel güvenlik paradigmaları ile çözülemeyeceği aşikardır. Iraklı Kürtlerin durumu Türkiye için siyasi, askeri ve ekonomik güvenlik bağlamında kritik hale gelmiştir. Devletin her şeyden önce ulusal güvenlik konularında sorunsuz bir aktör haline gelmesi gerekmektedir. Dış politikayı sıkıştıran referandum sonuçlarının hızla bertaraf edilmesi kolay olmayacaktır. Bu noktada keskinleştirilmiş milliyetçi söylemlerin uzun vadede bir yarar sağlayamayacağı belirtilmelidir. Zira her açıklamanın karşı tarafta algılanışı gelecekteki siyasal pozisyonların alınmasında birer mihenk taşı işlevi taşıyabilir.
Terörle mücadele eden bir devletin kendi topraklarında kendine özgü sorunu olan Kürt meselesi, aynı zamanda kendisini aşan bir Kürt sorunu ile de güvenlik bağlamında mücadele vermesi hem iç siyasal refleksini hem de dış politikasını revizyona sokmaktadır. Kimlik temelli ve etnik motivasyonu yüksek siyasal bağımsızlık arayışı Türkiye’nin güvenlik politikasının alışılageldik (conventional) yapısını değiştirmek zorundadır. Zira uzun yıllar boyunca PKK ile mücadele edilmesi ile bağlantılı güvenlik yaklaşımı bugün Kuzey Irak’ta siyasal değişim talebiyle referanduma gidilmesiyle farklı bir atmosfere girmiştir.
Suriye’deki iç karışıklıkların başlamasından bu yana hızlı gelişen, belirli ve açık nitelikleri olmayan siyasal gelişmeler ile güvenlik zafiyetleri birbirine paralel biçimde ilerlemiştir. Türkiye güvenlik alanının genişletilmesi konusuna eğilmelidir. Güney sınırlarının örtük saldırı girişimlerine karşı askeri bağlamda korunması kadar siyasi, ekonomik ve toplumsal güvenliğin sağlanması elzemdir. Bölgesel anarşinin doğmaması adına komşularla ve tüm taraflarla yakın işbirliği ve koordinasyon içerisinde hareket edilmesi çok önemlidir. Ankara’nın mezkur konulardaki güvenlik meselesini Kuzey Irak sorununu da içerisine alan stratejik kararlar ile çözmek zorundadır. Bunun için kullanılan dilin normalleştirilmesi kadar ihtiyaçlara uygun gizli ajandanın hazır bulunması, fırsatlar ile tehditlerin iyi ayırt edilmesi gerekmektedir. Çıkarlar, pozisyonlar ve beklentiler Türkiye’nin güvenliğini garanti hale getirecek şekilde belirlenmelidir. Son olarak kriz yönetiminin güvenlik konularında önce kapasite sonra değişen ittifak ve dengeler üzerinden politik tercihlerde bulunması gerektiği ifade edilmelidir.
ABDULKADİR AKSÖZ