İlim ve Medeniyet

ÜÇ TARZ-I SİYASET KİTAP İNCELEMESİ

Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Türkiye’nin yakın dönem düşünce hayatında iz bırakan isimlerinden biri Yusuf Akçura’dır. Türkçülük düşüncesinin önemli fikir adamlarından biri olan Akçura 1876 yılında Kazan’da doğmuş, daha sonra ailesi ile birlikte İstanbul’a göç ederek 1935 yılında yaşamını burada sonlandırmıştır. Sürgün ve mücadelelerle geçen ömrü boyunca Türkçülük düşüncesine, gerek siyasi alanda vazgeçmediği davasıyla, gerekse de yazınsal alanda verdiği gayretle katkıda bulunmaya çalışmıştır. Yazmış olduğu Üç Tarz-ı Siyaset adlı kitabı Osmanlı son döneminin düşünce iklimini göstermesi bakımından önemlidir. Dönemin mevcut sosyopolitik yapısı incelendiğinde devletin gidişatını bir çıkmazda bulan ve içinde bulunulan durumdan bir çıkış yolu bulmaya çalışan aydın kesiminin ortaya atmış olduğu fikir akımları derinlemesine incelenmiştir. Kitap temelde beş makaleden oluşmaktadır. Akçura’nın üç siyasi akımı anlattığı 1, 2 ve 3. bölüme ilave olarak Cevabımız ve Bir Mektup adlı yazılar da kitaba dâhil edilmiştir. 1. bölümde üç ana fikir akımı olan Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülüğü tanıtan Akçura, 2. bölümde bu fikir akımlarından hangisinin daha faydalı ve uygulanabilir olduğunu açıklamıştır. 3. bölümde genel bir kritik yaparak sonuca varır. Cevabımız bölümünde Ali Kemal Bey’in hem İslamcılık, hem de Türkçülük ile ilgili eleştirilerine yer verilmiştir. Bir Mektup bölümünde ise Ahmed Ferid’in tartışmanın tarafları olan Yusuf Akçura’ya ve Ali Kemal’e yönelik eleştirilerinin bulunduğu bir yazı mevcuttur.

Osmanlı Devleti’nin son dönemi; imparatorluğu ayakta tutmanın, Batı’dan feyz alarak, kuvvet ve siyasi güç elde etmenin çabası ile geçmiştir. İmparatorluğu içinde bulunduğu bu makûs talihinden kurtarabilmek için temelde üç siyasi yol haritası çizildi. Bunlardan birincisi Osmanlı Devleti’nde yaşayan bütün halkları birleştirerek bir Osmanlı Milleti vücuda getirmek olan Osmanlıcılık fikir akımıydı. İkincisi devletin kurtuluşunu İslam toplumlarının bir araya gelerek tek bir devlet oluşturmasında görenler, yani İslamcılık fikir akımı veya daha batılı bir söylemle Panislamizm’di. Üçüncüsü ise tek çıkar yolun ırk temelli bir Türk devletinin inşa edilmesi gerektiğini düşünen ve homojen bir Türk milleti oluşturulması gerektiğini savunanlardı. Yani Türkçülük veya daha batılı bir söylemle Pantürkizm’di.

Akçura’ya göre Osmanlıcılık ulaşılması pek mümkün olmayan hayali bir fikirdi. Osmanlıcılığa göre Osmanlı toprakları içerisinde yaşayan bütün milletlere, Müslüman veya gayrimüslim fark etmeksizin eşit haklar verilmeliydi ve ancak imparatorluk bu şekilde ayakta kalabilirdi. Osmanlı milleti fikri Sultan II. Mahmud döneminde ortaya atılmış bir fikirdir. II. Mahmud’un “Ben tebaamdaki dinler farkını ancak cami, havra ve kiliselerine girdikleri zaman görmek isterim…” demesiyle sosyal yaşamda tüm dinlere eşit yaklaşılmasının lüzumu ve yeni bir kimlik olan Osmanlılık kimliğinin ön planda olmasının gerekliliği vurgulanmıştır. Osmanlıcılık fikrinin en yoğun olarak yaşandığı dönem Ali Paşa ve Fuad Paşanın siyasette ağırlığını hissettirdiği dönemdir. Bu dönemde Fransızların ve III. Napolyon’un bu paşalara fikri alt yapılarından ötürü destek verdiği de bilinmektedir. Millet kavramını köken penceresinden bakan ve insanları ırk odaklı temellendiren Almanlar 1870 – 1871 savaşı ile birlikte Fransızlara karşı zafer elde edince Osmanlıcılık fikri de en büyük dayanağını kaybetmiş oldu.

Osmanlıcılık siyasetinin yara alması ve gözden düşmesi üzerine İslamcılık fikrini benimseyen kadrolar yönetimde görev almaya başladı. Sultan Abdülaziz’in son dönemine rastlayan bu değişim Abdülhamid’in tahta geçmesiyle bir devlet politikası haline geldi. Bu anlayışla önce Osmanlı topraklarına daha sonra da soy farkına bakmaksızın aynı dine mensup insanları tek bir çatı altında toplamak için girişimlerde bulunuldu. İlkokuldan üniversite düzeyindeki medreselere kadar bütün eğitim kurumunda dini ilimlere ağırlık verildi. “Din ve millet birdir.” düsturuyla Müslümanların tek bir millet olduğu vurgulandı. Belki Osmanlı içerisindeki gayrimüslimlerden vazgeçilmişti fakat daha büyük bir birleşmeye talip olunmuştu ki, bu bütün Müslümanları kapsadığı için çok geniş bir büyüme anlamına geliyordu. Yine bu minvalde II. Abdülhamid padişah ve sultan gibi lakaplar yerine Halife sıfatının kullanılmasını tercih etti. Devlet kademelerinde gözle görülür bir biçimde artan sarıklı sayısından dolayı bu dönem ağır eleştirilere sahne oldu. Bunun yanında İslamcılık fikri çerçevesinde iyimser adımlar da atılmıştır. Yıllarca unutulan Hindistan Müslümanları ile tekrardan sıkı ilişkiler kurulması,  İslam’ın daha geniş bir kitleye hitap edebilmesi adına Afrika’nın güneyine yani sahra altına inilmesi, İstanbul’dan Medine’ye kadar uzanan Hamidiye Hicaz Demiryolu gibi adımlar İslamcılık fikrinin en bariz icraatları arasındadır. Fakat Akçura’ya göre soydan ve ırktan bağımsız olarak inşa edilen bir fikrin başarılı olması pek mümkün gözükmüyordu. Bu fikriyatın bir sonucu olarak Avrupa’da Osmanlı karşıtlığı ivme kazandı ve Osmanlı topraklarındaki gayrimüslimlerden aykırı sesler yükselmeye başladı.

Bir diğer siyasi anlayış ise Türkçülüktür. Irk temelli bir yaklaşım sergileyen bu anlayışa göre dünya üzerinde yaşayan Türkleri tek bir çatı altında birleştirmek iktidar sorununa çözüm olacaktı. Akçura bu kısımda Rusya topraklarında yaşayan Türklerin de Türkçülük fikriyatı ülküsünde olduğunu iddia eder. Hatta Kafkasya’daki Türklerin Azerbaycan toprakları dâhil olmak üzere bu anlayışla hareket ettiğini savunur. Akçura’nın bu bölümde en çok vurguladığı şey henüz yeni yeni teşekkül eden bu fikriyatın emekleme aşamasında olduğudur. Daha evvel pek dile getirilmeyen bir Türk devleti söylemi Akçura’nın kaleminde neşet etmiştir.

Akçura, kitabın ikinci kısmında bu siyasi fikirlerin hangisinin daha faydalı ve uygulanabilir olduğunu derinlemesine irdelemiştir. Bu kısımda pragmatik düşünceyi ön plana çıkaran Akçura fayda kavramının üzerinde durmuştur. Oluşacak veya oluşması gereken faydanın insanlığa hizmet etmesi gerekmektedir. Yani toplumun menfaatinin ne yönde olduğunu bilmek asıl meseledir. Toplumların kendi milletini idare ve tayin hakkının olduğuna değinen Akçura burada Self – Determinasyon kavramına gönderme yapar. Milletlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkının mahfuz bulunduğunu ima eder. Burada bir başka tartışmayı gündeme getirir Akçura: Bu üç fikriyatın hangisi diğerlerini de kapsar ve onlardan üstündür? Tabii Akçura’ya göre “Osmanlı vatandaşı olan Müslüman bir Türk” hem Osmanlı’ya, hem İslam’a, hem de Türklüğe hizmet etmek istiyorsa Türkçülük inancına sahip olmalıdır. Çünkü Türkçülük inancına sahip olan bir insan Osmanlı topraklarının bekasına kafa yoran ve devleti sahiplenerek parçalanmasına müsaade etmeyen kişidir. Ayrıca kendi milletine hizmet eden bir şahsiyet dolaylı yoldan İslam’a da hizmet etmiş olur. Gayrimüslim Türklerin görece azlığı göz önünde bulundurulduğunda Akçura’nın bu söyledikleri kendi içerisinde tutarlıdır. Akçura, bu düşüncelerinin aksine örnek olarak İslamcılık fikriyatının Türklerin menfaatini sağlamakta noksan kaldığını ileri sürer. Veya Osmanlıcılık düşüncesinin dini anlaşmazlıklar üzerinden Türk toplumuna zarar vereceğini iddia eder.

Akçura üçüncü bölüme samimi bir giriş yaparak, Osmanlıcılık fikrinin lüzumlu olduğunu fakat bunun dahi Osmanlı topraklarının elden kayıp gitmesine engel olamadığını dillendirerek başlar. Bu durumda İslamcılığın da başarısız olması Türkçülük düşüncesinin önündeki engelleri kaldırır. Belki bu fikriyat çerçevesinde şekillenecek devlette eski sınırlar olmayacak ama daha kuvvetli bir iktidar söz konusu olacak. Hatta Osmanlı namı dahi değişecek ve daha özgün bir isim kabul edilecek. Ama ne olursa olsun devlet yok olmaktan kurtarılarak daha büyük parçalanmaların önüne geçilecek.

Kitabın Cevabımız kısmında ise Ali Kemal’in Akçura’ya yapmış olduğu eleştiriler vardır. Ali Kemal Bey Türk’ün İslam’dan, İslam’ın Türk’ten, Türk ve İslam’ı Osmanlılıktan, Osmanlılığı da Türk ve İslam’dan ayırmanın bir hayal olduğuna ve savunulacak bir yanının olmadığına vurgu yapar.

Kitabın son bölümü olan Bir Mektup kısmında ise Ahmed Ferid’in Yusuf Akçura’ya ve Ali Kemal Bey’e olan eleştirileri mevcut. Ahmed Ferid, Akçura’nın kendi içerisinde çelişkiye düştüğünü ve makalelerinde tam bir sonuca varamadığından, akıllarda soru işaretleri bıraktığından bahsediyor. Ayrıca bir diğer eleştiri ise, üç tarz siyasetten birinin okuyucu tarafından tercih edilmesinin beklenmesidir. Ahmed Ferid yazısının devamında Akçura’yı eleştiren Ali Kemal’i de karışık ve tertipten yoksun makalesi için eleştirir. Ahmed Ferid üç fikriyatın birbirinden ayrılamayacağını savunan Ali Kemal’e farklı bir perspektif çizmektedir. Türk siyasetinin ihtimal dâhilinde İslam siyasetinden daha kuvvetli olacağını savunur. Fakat bu fikri tek başına benimsemek için bu tek başına yeterli değildir. Osmanlıcılık fikrinin daha bütünlükçü bir çerçeveye sahip olduğunu anlatan Ahmed Ferid anlattıkları çerçevesinde üç siyaset tarzından hangisinin daha makul olduğu sorusunu cevaplamak üzere okları tekrardan Akçura’nın üzerine çeker ve cevap vermesini bekler.

M. Fatih Özmen

Exit mobile version