ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ VE TEMEL YAKLAŞIMLAR

ULUSLARARASI İLİŞKİLER TEORİLERİ

Teori, bir bilimsel alanın incelediği olgular arasında genellemeler yapmaya uygun tekrarlanan düzenli davranışların ve etkileşimlerin bulunduğu anlamına gelir.  Bilimsel teoriler kendilerini sürekli bir şekilde sınamaya açık tutarlar, ideolojiler ise sınamaya açık olmayan ve doğruluğu tartışılmayan genellemelerdir.

1.İdealizm

Realist akımın kendi karşıtlarını nitelemek için kullandıkları , 1.Dünya savaşı sonrası koşullarının ortaya çıkardığı ve savaşın yol açtığı felaketlerin yeniden yaşanmaması için pratiğe geçirebilecek politikalar ve önlemlerin dile getirildiği bir düşünce akımıdır. Liberal düşüncelerle de büyük benzerlikleri bulunur. 18.yüzyıl aydınlanma döneminin varsayımlarını temel almaktadır. İdealizm esas olarak Platon, Aristo, Hegel ve Kant ile gelişen bir düşünce akımıdır. Liberalizm ise bireyin özgürlüğü üzerinde duran John Locke’a dayanmaktadır. İnsanların kötü davranış göstermesi insanların kötülüğünden kaynaklanmıyor; kötü kurumsal ve yapısal düzenlemeler insanları bencil davranmaya ve diğerlerine zarar vermeye (savaşta dahil) itiyor.(ortak çıkarlar,iş birliği)

2.Realizm

Ulusal güç ve insan unsuru merkezi bir öneme sahip olmuştur. Realist yazarlar, devletin kapasitesi ile askeri gücünü özdeşleştirseler de genelde ulusal gücün öğelerinin askeri olmayan unsurları da kapsadığını kabul etmektedirler. Realizm, devleti uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak kabul eder ve güç uluslararası ilişkileri anlamada en temel kavramdır. Realistler insanın kötü, günahkar, çıkarcı, saldırgan ve ilişkilerinde gücü ön plana alan olumsuz bir doğaya sahip olduğunu düşünmektedirler. Kaldı ki realistler diğer bir devletin ki eğer bu aynı zamanda potansiyel bir düşman ise, güçlenmesine seyirci kalmaktansa onu önlemek için savaşa başvurmayı meşru saymaktadır. İdealist yaklaşım politikanın ahlaki standartlara uması gerektiği üzerinde dururken , realistler soyut nitelikli ahlaki standartların siyasal eylemlere uygulanamayacağını ileri sürerler.  Realistlere göre, zira devlet adamı öncelikle ulusal çıkarı gözetmek ve devleti dış tehditlerden ne pahasına olursa olsun korumak zorundadır. Çünkü merkezi bir otoritenin bulunmadığı bir uluslararası ortamda sonucu belirleyen her zaman için devletin gücü bulunmaktadır. Realizmin özellikle neorealizmin varsayımı ise devletlerin tek tek güvenliğini sağlayacak bir merkezi otoritenin olmadığı uluslararası yapının anarşik olduğudur. Her bir devletin kendi çıkarı doğrultusunda hareket edeceğini ileri sürmektedir. Realistlere göre, rasyonel bir aktör olan devlet dış politikada maliyet unsurunu dikkate almak durumundadır. Neorealistlere göre , net kazanç yoksa anarşi durumu devletlerin işbirliği yapmasını engellemektedir. Neorealizmin aşırı indirgemeci karşıtlığına tepki olarak, neoklasik realistler içsel tercihlerin devletlerin dış politikalarında daha etkili olduğunu iddia etmektedirler. Neoklasik realizm, dış politikanın içsel faktörlerden bağımsız ele alınamayacağını göstermeye çalışarak yapısalcı realizme karşı çıkmaktadır.(egoist devlet, anarşik küresel sistem)

3.Liberalizm

Bireyin özgür yaratıldığını ve özgür kalması gerektiğini savunan liberalizme göre, bireyin özgürlüğü hiçbir şekilde ve hiçbir gerekçeyle ortadan kaldırılamaz. Locke, David Hume, Adam Smith, Montesquieu, Voltaire, Kant bu  döneme damga vuran bilim adamlarıdır.

John Locke; tüm insanlar eşit yaratılmışlardır ve yaşama hakkı, özgür olma ve mutluluğunu sürdürme hakkı gibi birtakım dokunulmaz haklarla donatılmıştır. Liberalizmi kurallar biçiminde sıralamıştır.

  1. Kaynakların ve zenginliğin eşit dağıtıldığı
  2. Doğal gereksinimleri rasyonel yollarla karşılama ve isteme kapasitesine sahip olma
  3. Bireyin temel alınması ve özgürleştirilmesi
  4. Özel mülkiyetin önemi

Devletin temel amacı ona özgürlüğünü güvenlik içinde geliştirmesini sağlayacağı bir ortam sunmaktadır.

Immanuel Kant; bir dünya devletinin, pek çok bakımdan Birleşmiş Milletlere benzeyen federatif bir özgür devletler cumhuriyetinin kurulmasını savundu.

Adam Smith; bireyin davranışlarında kamu yararını düşünerek hareket etmesi önemli değildir. Sonuçta bu amaç ‘görünmez el’ tarafından gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla toplum ve bireyin çıkarları birbirine bağlanmaktadır. Kendi için çalışan birey, toplum içinde çalışmış olmaktadır.

Liberalizme göre, nasıl ki liberal bir devlette hukuk, bireylerin temsilcilerinin ortak rızasıyla oluşur; uluslararası hukukun da devletlerin ortak rızası ile oluşması gerekir. Liberalizmin temeli olan özgürlüğün gelişmesi uluslararası işbirliğin gelişmesiyle olur. Bu dönemde Hegel ile Kant arasında belirgin bir fark vardır. O da ; Kant’ın bireye vurgu yapmasına karşılık Hegel’in devlete vurgu yapmasıdır. Liberal ve demokratik ülkelerin barış yanlısı olduğu için demokrasilerin yaygınlaşması halinde dünyada barışın egemen olacağını vurgular. Bu anlamda Kant’ın aynı zamanda hem idealist hem de liberal görüşleri ile iki akımı bütünleştirdiğini söyleyebiliriz. Kant , bireylerin olduğu bir uluslararası toplumda barışın egemen olacağını vurgulamıştır.(bireyselcilik,rasyonelcilik,özgürlük)

4.Globalizm

Uluslararası sistemi ekonomik kavramlarla açıklamaya çalışan globalizm, merkezde zengin ülkeler yer alırken, Periferide yer alan ülkeler daha ziyade yoksul ülkelerdir. Nitekim Doğu-Batı ayrımının yerini Soğuk Savaş sonrası Kuzey-Güney ayrımı ile Kuzey ülkelerinin kendi aralarındaki ekonomik rekabet almış bulunmaktadır. Globalistlere göre, sistemin işleyişini ; sosyoloji, kültür, din vb. diğer parametrelerini bırakıp tamamen ekonomik verilere indirgemesi endogen ve exogen etmenlere çalışması olarak nitelendirilebilir.

YUSUF TANER KILAVUZ

Yusuf Taner KILAVUZ
Yusuf Taner KILAVUZ

Istanbul Medeniyet University, Faculty of Political Science, Department of International Relations. [email protected]

Yorum Yaz