İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
İnşacılık/Konstrüktivizm
Soğuk Savaş'ın mevcut teorilerce tahmin edilemeyişi yeni bir teori meydana getirmiştir. İnşacılık veya Konstrüktivizm adıyla adlandırılan bu yeni teori diğer rasyonalist teorilere karşı olarak doğmuştur. İngiliz Ekolü'nün temsilcileri tarafından meydana getirilen Konstrüktivizm, siyasal bilimlerde realizm ve idealizm gibi akımların aksine "kültür" ve "kimlik" gibi kavramları tartışmaya açtı. İnşaacılar diğer teorilerden kendilerini berî tutarak "epistemolojik" değil "ontolojik" olduğunu iddia ettiler.
Konstrüktivizm'e göre varlıklar onlara atfedilen anlam ve değerden dolayı vardır. Sosyal faktörler, maddi faktörleri anlamlandırır ve aralarında ilişki vardır. Bu görüşün en büyük temsilcilerinden biri olan Alexander Wendt anarşik yapının kişilerce yapıldığını ve sistemin kendiliğinden anarşik olmadığını iddia etmektedir.
İnşaacılar, devletlerin bir kimliği olduğunu savunur. Bu kimlikler, devletlerin ulusal ve uluslararası yönelimleri doğrultusunda şekillenir. Mesela İslam kimliği, kapitalist kimlik, demokratik kimlik gibi kimlikler vardır ve bunlar aktörlerin davranışlarına göre değişiklik gösterebilir.
Sonuç olarak denebilir ki Konstrüktivizm devletlerin gücüne veya niceliksel, sayısal verilerine bakmaz. Konstrüktivizm'in asıl odak noktası devletlerin sahip olduğu fikirler ve sosyal normlardır. Bu sosyal normlar, devletlerin dış politika oluşturmasında ana belirleyici etkendir.
Marksizm
Marksizm ismini de aldığı Karl Marx ve Friedrich Engel'in yazıları ile şekillenmiş bir teoridir. Marksist teorinin uluslararası ilişkilere bakış açısı "ekonomi" temelli bir yaklaşım sergiler. Daha çok üretim araçlarını ve üretim araçlarına kimin sahip olduğunu baz alarak toplumsal yapıyı ve toplumsal değişimi ulusal ve uluslararası çapta açıklamaya çalışmaktadır.
Marksizm anlayışında "diyalektik materyalizm" olarak nitelendirdiğimiz, her şeyin temelinde; doğanın kendisinin ve maddenin olduğu bir kavrayış vardır. Marksizme göre tarih boyunca ezilen ve ezen yani işçi sınıfı ile burjuvazi sınıfı var olmuş ve sistem bu iki kesimin mücadelesi ile şekillenmiştir. İşçi sınıfı kapitalist sermaye birikimine yol açan emeği üretir. Diğer bir deyişle "proletarya" da dediğimiz bu işçi sınıfı ile kapitalist yöneticiler arasındaki sınıfsal ayrım ve çatışma, toplumsal değişime yön verir.
Az gelişmiş ülkelerin geri kalmasının sebebi kapitalist ülkelerin sömürge politikalarının bir sonucudur. Bu anlayış "merkez - çevre" dediğimiz teorinin temelini teşkil eder. Çevre ülkeler ancak merkez ülkenin etkisi altından çıkarak gelişme sağlayabilir. Marksistlerce az gelişmişlik oranını sıfıra indirgemenin yolu da kapitalist sistemin dışına çıkmaktır.
Wallerstein'a göre kar ve üretimin yoğunlaştığı bölgelere merkez, daha az üretim sağlayan halkalara da çevre denir. Merkez - çevre ilişkisi coğrafi yakınlıktan ziyade bir uluslararası ilişki bütünüdür. Bu iki kavram dışında kalan bölgelerde ikisinden de izler vardır ve bunlara "yarı-çevre" denir. Marksizm uluslararası ilişkilerin hegemonik yapısını bu çerçevede inceler.
Feminizm
Ana akım teorilerin sisteme dair sorulara yanıt verememesi eleştirel teorilerin doğmasına sebep olmuştur. "Parayla bütün arasındaki tutarsızlık, anarşi kavramının belirsizliği, bir devletin neden sınırlarının olacağı veya daha da ötede devletin neden var olduğu" denklemlerinden doğan boşluğu "kimlik, cinsiyet, sınıf" gibi kavramlarla dolduran bu akımlar devletin toplumdan bağımsız olduğunu reddeder.
Eleştirel teoriler içerisinde en spesifik olanı olan Feminizm kadın erkek arasındaki eşitsizlikten doğmuştur. Üç dalga şeklinde gerçekleşen bu akımın tarihsel sürecinde ilk etapta talep edilen seçme ve seçilme haklarının verilmesiydi. İkinci dalgada erkeklerin egemen olduğu dünya düzenine bir başkaldırı söz konusuydu. Üçüncü dalga ise toplumsal cinsiyet düzenine insan bedeni üzerinden yapılan bir eleştiriydi.
Ana minvalde amaç kadın - erkek arasındaki eşitliği sağlamaktır. Bu görüşe göre kadınlar da erkeklerin çalıştığı işlerde çalışabilir. Önceleri bu ilkeleri vurgulayan Feminizm, daha sonraları cinsiyetin de inşa edilmiş bir olgu olduğunu iddia eder. Doğal cinsiyet üzerinden kurulmuş bir toplum yapısının yanlış olduğunu vurgular. Yani kadın erkek diye iki farklı cinsiyet yoktur ve bu cinsiyet seçenekleri çoğaltılabilir.
Feminizm diğer teorilerin erkek egemen bakış açısına karşı eleştiriler sunar. Kadının toplumsal yaşamdaki varlığını vurgulayarak ekonomik kalkınmadaki rolüne ağırlık verir. Sonuç olarak cinsiyetçi yaklaşımları reddeden Feminizm uluslararası ilişkiler disiplininde kadın merkezli bir portföy çizer.
M. Fatih Özmen
Yorum Yaz