İlim ve Medeniyet

ÜMMETİN ŞIMARTILAN ÇOCUĞU BİZİZ

Bazı anılar vardır hayatımda, hiç eskimez. Her hatırladığımda ilk yaşadığım zaman ki kuvvetle hissederim aynı şeyleri. Şimdi sizinle bu anılarımdan birini paylaşacağım. 2019 yılı Ramazan ayı, Kadir Gecesi. Aksa’dayız. Çok sevdiğim iki Türk ve on küsür Filistinli arkadaşımla birlikte itikaftayız. Bilenleriniz vardır, Aksa Kadir Geceleri çok ama çok kabalık olur. Hani derler ya, iğne atsan yere düşmez diye… Heh tam öyle işte… Kalabalıktan yolunu karıştırırsın, Aksa’nın içinde kaybolursun. Zaten girmek çıkmak tam ölüm. Neyse biz kısmen daha sakin bir yere soframızı kurmuşuz hep beraber iftarımızı yapmışız, akşamları kılmışız. Yatsı ezanı okunacak birazdan ama abdest tazelemem lazım. Dedim ya girişler, çıkışlar tam ana baba günü, bir o kapıya gidiyorum, o kalabalığa girmeyi gözüm kesmiyor sonra diğer kapıya gidiyorum yok o da olacak gibi değil… En son baktı Filistinli bir arkadaşım, kendisini çok çok severim adı Lübna, kendim çıkamayacağım tuttu elimden gel birlikte gidelim dedi. Dedim hadi gidelim… Neyse itiş kakış biz bir şekilde çıktık. Lavabolar, abdesthaneler zaten anlatılacak gibi değil… Biz o kabalıkta abdest alıp geri içeri girinceye kadar yatsı okundu, cemaat namaza başladı, hiç içeri girmeden kapıdan girer girmez niyet ettik, son rekatta ancak yetiştik…

Bu arada da Yahudiler her sene Ramazan’ın 28inde yaptıkları gibi o Ramazan’ın 28inde de Aksa’ya baskın yapacaklar. Günlerdir konuşuluyor bu. Biz gördüğümüz her Türk kafilesine mutlaka o gün sabahtan Aksa’da olmaları gerektiğini, siyonistler içerisi kalabalık olduğunda baskın yapmaktan korktuklarını, sırf bu yüzden kalabalık olmamız gerektiğini, gezi planlarını biraz erteleyebileceklerini ya da değiştirebileceklerini söylüyoruz ama çok oralı olmuyor kimse maalesef. Biz de o arkadaşlar ve Aksa’da itikafa giren diğerleri ile birlikte kurbanlık koyun gibi dualar ederek o günün gelmesini bekliyoruz.

Ne demiştik… Son rekata son anda yetiştik. Hoca selam verdikten sonra biz namazımızı kendimiz bitirip selam verdik. Aksa’nın en arkasında durmuştuk namaza dedim ya, tabii biz geç kalınca herkes gitmiş oldu biz alanın ortasında ikimiz kaldık. Selam verdikten sonra Lübna bana döndü, beni de kendine döndürdü. Ellerimi ellerinin arasına aldı. “Yarın için korkuyor musun?” dedi, en azından şimdilik benim Aksa’da heralde tek korktuğum şey deport yemek. “Korkmuyorum” dedim. Lübna da cevabımdan tatmin olmamış olsa gerek ki tuttuğu ellerimi güven vermek istercesine sıkarak “Korkabilirsin, bu çok normal. Biz de korkuyoruz, önemli olan bunu onlara belli etmemek” dedi. O an… Koskoca bir davayı… Biz nasıl tek başına Filistinlilerin üzerine yüklemişiz dedim… Hepimiz Aksa’nın derdindeyken, kardeşler bir de bizim derdimize düşmüşlerdi. Oysa o an orda olmak bizim için şeref, nasip, onur duyacağımız bir şeydi. Biz bunu bu insanlara nasıl hiç fark ettirememiştik. O kargaşada bir de bizim derdimize düşecekleri kadar mı misafirdik Aksa’ya ve davaya… Hiçbir şey diyemedim. Hala bir şey diyemiyorum. Üstelik bu konuda söylenecek her şey bizi daha da misafir konumuna düşürecek bunu biliyorum. Zira bu durumda bir şeyler söylemek değil, bir şeyler yapmak gerekir.

Yine bu son olaylarda malum Filistin’den, Türkiye’den neredeyse 7/24 canlı yayın yapıldı instagram üzerinden. Allah niyetlerini kabul etsin, gerçekten bu konuda çok vakit ve enerji harcayan birkaç ekip de vardı. Canlı yayınlardan birinde, bir Türk, Gazze’den bir Filistinli ile yayındayken olayın da ağırlığına dayanamamış olacak ki duygulandı, ağlamaya başladı. Gazzeli kardeş de teselli vermek için evindeki Türk Bayrağını alıp pencereden sallamaya başladı, siz kalbimizdesiniz, siz buradasınız diyerek. Allah ikisinden de razı olsun. Asla iyi niyetlerinden şüphem yok. Başlangıç için çok asil ve çok nahif bir durum. Fakat zaman geçmesine rağmen hala burada kalırsak o sıkıntı.

Bazı ortamlarda el üstünde tutulan insanlar vardır. Onun orada olmasından hoşnutsundur ve bunu fark ettirmek, gönlünü yapmak istersin. Ama o insanın orada oluşu fark edilir, bir tık daha dışarıdandır o insan, tanımayanlar bile anlar bunu. Bazen arada fısıldaşıp kim olduğu sorulur, genelde kim olduğunu öğrenen kişi de mutlu olur, hürmet gösterir. Ama herkes bilir, o kişi her zaman orada değildir. Gelir ve gider. Gitmez ve kalmaya devam ederse ve ortama uyum sağlamaya çaba göstermezse yük olmaya başlar artık. Çünkü sürekli ilgilenilmesi gereken kişidir ve insanlar koşuşturmacasına döndüğünde rahatsızlık vermeye başlar. Ve bu insanlar hiçbir zaman başın sıkıştığında gidilecek kişiler değildir, bilhassa problemler hissettirilmemeye çalışılır bu kişilere. Kötü niyetle değil, yine gönlünü yapmak için. Yine de dert ortağı değildirler, olamazlar. Ortamla hemhal değildirler çünkü.

Şu an biz Türkler olarak ümmet içerisindeki durumumuz bu şekilde. Çok seviliyoruz, hürmet görüyoruz, gönlümüz hoş tutulmak isteniyor. Ama hemdert, hemhal değiliz maalesef. Evet bir Filistin var, bir Suriye var, bir Arakan, bir Doğu Türkistan var biliyoruz, bir şeyler de oluyor onu da farkındayız… Ama tam olarak ne dönüyor kestiremiyoruz. Bu da özelde Filistine ve Filistinlilere, genelde ümmete ve müslümanlara yabancı olmamızdan kaynaklı. Şimdilik bu halimiz güzel, karşılıklı gönül yapmak hoş şeyler. Fakat ümmet ile hemhal olmaz, hemdert olmaya çalışmazsak bu zamanla yük olur. Gönül yapalım derken, gönül kırarız. Gönlümüz kırılır. O yüzden artık misafir konumundan çıkıp, ev sahibi olmaya başlamamız lazım. İşin bir ucundan tutmamız lazım.

Zeynep Yılmaz

Exit mobile version