İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Sosyal Bilimleri Açın / Open The Social Sciences, Gulbenkian Komisyonu, 1995.
Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor
CALOUSTE GULBENKIAN VAKFI, Portekiz ulusunun son yüzyılda nasıl inşa edilebileceği üzerine birtakım düşünceler üreten fikir oluşumudur. Vakıf daha sonra, toplumun ve sosyal bilimlerin geleceğine yönelik düşünce üretmek amacıyla Gulbenkian Komisyonu'na bünyesinde yer vermiştir.
Gulbenkian Komisyonu, Immanuel Wallerstein’ın önderliğinde- farklı disiplinlerden bilim adamlarının bir araya gelmesiyle oluşan, sosyal bilimleri yeniden düşünmek üzerine entelektüel çaba sarf eden bir oluşumdur. Bu kitap, komisyonun 1994-95 yılları olmak üzere iki yıl süren çalışmalarının raporlaştırılmış halidir.
Kitabın ilk bölümünde sosyal bilimlerin kuruluşunun 18. yy. ile 1945 yılları arasında gerçekleştiği ifade edilmiştir. Kökleri 16. yy.'a uzanan sosyal bilimler, modern dünyada, gerçeklik hakkında sistematik olarak ampirik usulde dünyevi bilgi üretme çabası olarak nitelendirilmiştir. Bu yıllar arasında, birbirlerinden farklılıklar arz eden bir dizi disiplin ortaya çıkmıştır. Bu disiplinler bütününe “sosyal bilim” adı verilmiş, bu disiplinler paralelinde üniversitelerde kürsüler ve diplomaya yönelik ders programları öneren bölümler oluşturulmuştur.[1] Bu gelişmelerle birlikte öğrenci yetiştirme ve araştırmalarda kurumsallaşma görülmüş, disiplinler altında tasnifler gerçekleştirilmiştir.
Bu dönemde bilimsel disiplinler, kendilerine en yakın olan diğer disiplinlerden hangi hususlarda farklı olduklarını belirleme, kullanılan farklı yöntemleri ve malzemeleri tanımlama gayreti içerisinde olmuşlardır.
Kitapta verilen örneklerden de anlayacağımız gibi, tarih disiplini arşivlerin ve geçmişin gerçekliğinin yorumcu ve hermönetik biçimlerle tekrar kurgulanması, en karmaşık olguları bile incelerken diakronik ve senkronik bağlamlar içerisinde-hususiyet atfederek- incelenmesi gerektiğini ortaya koymuştur.
Diğer bir örnek olarak nomotetik sosyal bilimlerin büyük bir çoğunluğu ise, kendilerini tarih disiplininden farklılaştıran noktaları vurgulamışlardır. Hedeflerinin tarih bilimi gibi tekil olaylara odaklanmaktan ziyade insan yaşamına yön veren genel yasaları saptamak olduğunu belirtmişler, sistemli olarak elde edilmiş nicel gözlem verilerini araştırmalar esnasında öncelemişlerdir. İktisat bilimi ise araştırmalar esnasında “ceteris paribus” ilkesini uygulayarak, yani diğer değişkenleri sabit varsayarak kapsamını belirlemiş, bir bilim olarak meşruiyetini sağlamaya gayret etmiştir. Siyasal bilimlerin ise gözlem alanını resmi hükümet yapılarıyla sınırladıklarını belirten komisyon, bu alan dışındaki/siyaset bilimcilerin ve iktisatçıların ihmal ettikleri sosyal ilişkiler alanını ise sosyologların incelemeye değer gördüğünü belirtmiştir.
1945 yılına kadar disiplinlerin ayrışması yerleşiklik kazanıp başarıya ulaşsa da faşist ve komünist ülkelerde bu tasnife karşı çıkılıyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle model Alman ve İtalyan üniversitelerinde benimsense de, Sovyet ülkeleri 1950’lerin sonuna doğru bu modele uyum sağlayabilecekti. Ayrıca 1945 yılında, sosyal bilimlerin doğa bilimlerinden ve insan bilimlerinden tamamen ayrıştığı gözlenmektedir. Doğa bilimleri insana dayalı olmayan sistemleri incelemekte, insan bilimleri ise “uygar” insan toplumlarının kültürel, zihinsel ve manevi üretimlerini incelediği belirtilerek sosyal bilimlerin bu ilgi alanlarından kendini münezzeh kıldığı raporda ifade edilmiştir. Hal böyle iken, 1945 yılından sonra, sosyal bilimcilerin uygulamalarında değişim görülmeye başlanmıştır.
1945’ten sonra sosyal bilimlerde gerçekleşen bu değişim, üç gelişme ile ilişkilendirilmiştir: siyasal, demografik-ekonomik, eğitim.
Birincisi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Birleşik Devletler’in küresel ölçekte yükselmesi ve Sovyet Rusya ile yaşanan Soğuk Savaş durumu. Bu gelişmeler ile tarihe Avrupa dışı toplumların- iki yeni jeopolitik gücün- tarih sahnesine çıktığı gözlenmiştir.
İkinci gelişme ise, bu dönem içerisinde nüfus ve üretim kapasitesinde artışın gözlenmesiydi. Böylelikle insan faaliyetlerinin hepsinin ölçek değiştirdiği raporda belirtilmiştir.
Üçüncü olarak da, ikinci gelişmenin uzantısı olarak üniversite sisteminin dünya üzerinde yaygınlık kazanması durumudur. Bunun sonunda doğal olarak sosyal bilimcilerin sayısında artış görülecektir.
Avrupa dışı toplumların tekrar belirmesi ile mevcut Avrupa değerleri üzerine temellenmiş sosyal bilimlerin varsayımlarının sorgulanmasına neden olmuştur. Bu değişimlerin üç konu üzerindeki etkilerine incelediğimiz kitapta detaylıca yer verilmiştir. Bu problemler: sosyal bilimler arasındaki ayrımların geçerliliği, sosyal bilimler mirasının ne ölçüde yerel görüşlü olduğu, “iki kültür” arasındaki ayrımın gerçekliği ve geçerliliği. (bkz. "İKİ KÜLTÜRÜN İCADI” BAZI NOTLAR"-Oktay KAYMAK)
Komisyon, “Şimdi Nasıl Bir Sosyal Bilimler Kurmalıyız?” bölümünde, 20. yy.'ın son yarısında disiplinlerin dayattıkları sınırlılıklar kalmaya başlamış, belli bir konu tema üzerinde düzenlenen akademik programlar yaygınlaşmış, birçok disipline bilinçli olarak bünyesinde yer veren bilimsel dergiler yaygınlaşmış olduğuna vurgu yapmaktadır. Önceki dönemin yaygın bilimsel anlayışının ne kadar akılcı olduğunun tartışılmasının gerekli görüldüğü ifade edilmiştir.
Sosyal bilimleri açmak hususunda kesin bir reçetenin verilemeyeceğini belirten komisyon, rapor ile beraber yeni kolektif tartışmaların önünün açılabileceğini belirtmiştir. Eserde, insanlar ve doğa arasındaki ontolojik ayrımı reddetme, sosyal eylemin çözümlenebileceği sınırların otorite(devlet) tarafından belirlenmesi durumunu reddetme, tek-çok/evrensel-tekil arasındaki gerilimin insan toplumuna özgü olmasının ne anlama geldiği, bilimin evrilen ön kabullerinden hareketle nesnelliğin ne olduğuna dair fikirler bu bölümde açımlanmıştır.
Çok disiplinleşme faaliyetlerinin birleştirmek, farklı disiplinlerdeki bilim insanlarını bilimsel projeler etrafında bir araya getirmesinden ziyade, üniversite sayısını ve programlarını çoğaltma yönünde gerçekleşmesi olgusu eleştirilmiştir. Entelektüel faaliyetlerin disiplin sınırlarına bakılmaksızın sürdürülmesi, belirli konuların yalnızca belirlenmiş-sınırlandırmış bilimsel disiplin içerisinde ve o disipline mensup akademisyenler tarafından ele alınmasına karşı çıkılmıştır. Böylece bilgelik tekellerinin oluşmasının engellenecek, bir mesele etrafında disiplin-ekip kısıtı yapılmadan o meselenin farklı disiplinlerin zenginleştirdiği perspektif ile kapsamlıca ele alınması mümkün hale gelecektir.
Soğuk savaş dönemi ile farklı ülkelerdeki yeni deneylere açık ortamlar bölümün devamında tasvir edilmiştir. Birleşik Devletler'deki siyasal sistem ve kültürler ile bilimsel alanın geçişkenliği, kısıtlı imkanlar ve köklü üniversite kurumu ve geleneğinin Afrika ülkelerinde olmayışının odak konu çalışmalarına yönelik deneyim kazandırma imkanı, komünizm sonrası ülkelerde mali sıkıntılar ile bilimsel araştırmaların üniversite yapıları dışına çıkması gibi durumlar ve bunların uzun ve kısa vadede sağlayacakları avantajlara değinilmiştir. Raporda, oluşturulduğu dönem göz önüne alınırsa, Avrupa Topluluğu’nun Avrupa’daki çeşitli öğrenci değişim/hareketlilik programlarına önem vermesinin; Avrupa’yı konu alan yeni üniversitelerin kurulmasının ve bağımsız araştırma kurumlarının ortaya çıkmasının sosyal bilimlerde dönüşüm sağlayıcı gelişimler olduğu belirtilmiştir.
Raporun birinci hedefinin, benzer tartışmaları teşvik etmek ve bunların sonuçlarını irdelemektir. Ayrıca sosyal bilim yapılarının idarecilerinin desteklemesi gereken dört husustan bahsedilmiştir:
(1) Üniversiteler bünyesinde ve ilişkili yapılarda bilim adamlarını bir araya getirecek kurumların yaygınlaşması. Bu hedef gerçekleştirilirken katılımcıların geniş bir coğrafya, kültür-dil bölgesinden devşirilmesine dikkat edilmelidir.
(2) Üniversite yapıları içinde, belirli bir entelektüel hedef taşıyan ve belirli bir zaman kapsamına sahip birleşik araştırma programlarının oluşturulması. Kaynakların planlama aşamasında temin edilmesi araştırmaların önünü açacak; belirli bir süre devam etmeleri ise deneylerden elde edilen verimin denetlenebilmesini sağlayacaktır.
(3) Profesörlerin birden çok bölüme atanması zorunluluğunun getirilmesi. Böylelikle akademik alanda profesörler tek bir alanla sınırlandırılmış olmayacak, entelektüel kapasitelerini ve deneyimlerini lisansüstü derecelerini aldıkları disiplinler dışında, ilgili oldukları diğer bir alanda da tatbik etme imkanı bulacaklardır. Genellikle sembolik bir anlam ifade eden “misafir profesör” ünvanının etkililiği artırılmış olacaktır. Bu sistem ile akademide inanılmaz sayıda bileşim mümkün hale gelecektir. Bölümler içerisinde misafir profesör oranı ¼ ile sınırlı tutulacak, bu sayede idari yetki hususunda denge sağlanacaktır. Plan, özellikle entelektüel tartışmalar, önerilen ders programları ve bakış açıları üzerinde etkisini gösterecektir.
(4) Doktora öğrencileri için birden çok alanda çalışma zorunluluğu. Doktora eğitimindeki dar kapsamlılığın önüne geçmek amacıyla öğrencilerin, başka disiplinlerin dahiliyetine giren dersleri almaları ve bu alanlarda bir miktar araştırma yapmalarının zorunlu olması gerektiği önerilmektedir. Yine bu sistem ile zengin çıktıların elde edilebileceği düşünülmektedir.
Bu çözüm önerilerinden ilk ikisinin maliyet gerektirdiği ancak bunların çok masrafa neden olmayacağı belirtilmiş, üçüncü ve dördüncü önerilerin ise hiçbir bütçe yüküne neden olmayacağı belirtilmiştir.
Tüm çözüm önerilerin raporda belirtilenler ile sınırlı olmayacağı ifade edilmiştir. Meselelerin şeffaf bir şekilde/makul bir biçimde tartışılabilmesini sağlamak gerektiğine vurgu yapılmıştır. Esas amacın doğru yönde adım atılmasını teşvik etmek olduğu belirtilmiştir.
Raporun oluşturulduğu tarihler göz önüne alındığında, bugün bize düşen vazife Wallerstein ve ekibinin öngörülerinin ne oranda gerçekleştiğini düşünmek ve buradan hareketle önerilerin makuliyetini değerlendirmektir. Bu ölçüde teoriye katkı sağlamak, yöntemleri zaman ve coğrafyayı gözeterek revize etmek, sosyal bilimlerin açılmasına katkı sağlayacaktır.
Mütevazi katkılar sağlayabilmek temennisiyle.
Furkan EMİROĞLU
[1] Gulbenkian Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın, İstanbul: Metis Yayınları, s.62.
Yorum Yaz