“ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır”
Evet, biz göğün berrak olmadığının farkındayız fakat gök berrak değil diye çocuklar için savaşmayı bırakmayacağız.
Mülteci, sığınmış olan kimse. Çeşitli nedenlerle ülkesini terk etmek zorunda bırakılmış olan.
Özellikle son dönemlerde yakinen tanıdığımız bu kavram birçoğumuz için savaşlardan kaçan Suriyeli vatandaşları akla getiriyor. Seneler önce savaş baş gösterdiğinde ülkemize göç etmek zorunda kalan mültecilere tüm halk kucak açtı ve sahip çıktı. Mülteciler sınırlardaki kamplarda kalırken her şey iyi ve hoştu. Fakat imtihan bundan sonra başlayacaktı. Ne zaman ki mülteciler kamplara sığmaz, büyük şehirlere gelir oldular o zaman işin rengi değişmeye başladı. Televizyonlarda, sosyal medyada hatta çevremizde birtakım homurtular duyar olduk. Kişiler üzerinden bir milletin tümüne mal edilen ithamlar toplum içerisinde de kutuplaşmalara sebebiyet verdi. Artık insanlar “onlar kardeşlerimiz tabii ki sahip çıkacağız” diyenler ve “kardeşlerimiz evet iyi hoş da misafirlik de bir yere kadar, artık ülkelerine dönsünler. Hem hâlâ orada yaşanılır yerler varmış” diyenler olarak ayrıştı. Biz burada siyasetten, yanlış politikalardan ve politikacılardan bahsetmeyeceğiz. İşin siyasi ayağını siyasetçilere bırakıp insani olgulara ağırlık vereceğiz.
Artık herkesin, sınanmadığı acılar hakkında hüküm verip ahkâm kestiği çağımızda, böylesine hassas meselelerde ince fikir, insaniyet ve inanca ihtiyaç duyuyoruz. Meseleye milliyetlerimizi çıkarıp bakamıyor ve kimin imtihanı nedir düşünmeden yaklaşıyoruz. İslam bize “şu ve şu şartlarda onlara sahip çıkın” demiyor, “kardeşin zor durumda ve sana sığınıyor ona yardım et, bu görevindir” diyor1 bunun haricindeki detaylarla ilgilenmek bizim vazifemizin dışındadır. Göç etmek, kaçmak zorunda kalmak o duruma maruz bırakılan kişinin imtihanıdır, Allah imtihanlarını/mızı kolaylaştırsın. Yaratılmış her şeyin yegâne sahibi Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Onlar öyle kimselerdir ki: ‘Allah’ın Resulü’nün yanındaki (fakir muhacir)lere nafaka vermeyin ki dağılıp gitsinler.’ derler. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar anlamazlar.”(63/7) Oysa bu ayet tutumumuzu belirlemek noktasında yetmeliydi bize. Münafıklardan olma korkusu yetmeliydi.
Zulme uğramışları ayırt etmeyiz şüphesiz fakat kabul etmek gerekir ki çocukların durumu herkes için açık bir yara olarak kanamaya devam eder. Bu sene de bir sürü çocuk öldü. Bu cümle bir solukta kuruluyor belki ama kabullenmesi bir soluktan çok daha uzun sürüyor/sürmeli. Bu sene de eşlerinin çocuklarının canlarını, namuslarını korumak isteyen babalar çaresiz kaldı. Çocuklar babalarını ağlarken gördü. Çocuklar babalarının cesetlerini gördü. Çocuklar annelerinin buz kesmiş kucaklarında ağladı. Bazen de çocukların bedenleri karaya vurdu. Bazı babaları çaresizlik öyle çevreledi ki batacağını bile bile elinde var olan her şeyini verip botlarla denize açıldı, bir umut. Bunun gibi birçoklarına tanıklık etti herkes.
Çocukların isimleri değişti. Coğrafyalar değişti. Suriye, Filistin, Keşmir, Doğu Türkistan ve dahası oldu. Zulmedenlerin adları değişti. Masumların öldüğü değişmedi.
Şahit kılındığımız her olayın hakikate dönük bir yüzünün olduğuna ve bunların imtihanımız olduğuna iman ediyoruz. Aynı zamanda her şeyi tozpembe yapacak gücün bizim elimizde olmadığına da. Yöntemini herkes kendi belirler fakat insanlığından geçmemiş herkesin masum biri için yapabileceği şeyler muhakkak vardır. Uzun yıllar sahada görev almış, travma psikolojisi çalışan akademisyen Zeynep Ceren Acartürk verdiği bir seminerde çocukların yaşadığı savaş travmalarının kronikleşebileceğini ve bu çocukları sistemin içerisine almazsak yarın öbür gün “diğeri” olacaklarına dikkat çekiyor. Bununla birlikte ciddi bir kayıp jenerasyonun oluşmasından korkuluyor. Bu ciddi tehlike hepimizi huzursuz etmeli çünkü çocuklar bizim çocuklarımız, imtihan bizim imtihanımız.
Bizim gibi bazılarının omuzlarının üzerindeki yük de yazmaktır. Bir yerimiz biraz fazla kanadığında eli ayağı dolaşan bizler, kan görünce endişelenmeyen bu çocukları ancak yazabiliriz zaten.
1 İman edip de Allah yolunda cihad edenler, hicret edenler ve (hicret eden Mü’minleri) barındıranlar ve yardım edenler var ya, işte gerçek Mü’minler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır (8/74).
Zeynep TEMEL