İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Türkiye kendi çevresinde pek çok sorunla uğraşırken içeride de temel problemimiz sistem ve anayasa tartışmalarının ne şekilde sonuçlanacağı üzerine düğümleniyor.
Yeni bir anayasanın zaruretlerini saymaya gerek var mı? Türkiye’nin anayasa geçmişi darbelerle paralel şekillenmiş. Başından beri toplumsal uzlaşıya dayalı ortak mutabakatı sağlayacak bir anayasa çerçevesi oluşturulması için çaba sarf ediliyordu. Ama siyasiler uzlaşmamak için vardır sevgili dostlar. Aylarca uzlaşı komisyonlarında boşa giden zaman israfı ve bir km bile kat edilememesi şaşırtıcı değildi.
Peki. Ne oldu da şimdi iki parti (AK Parti-MHP), bir uzlaşı paketini Meclis’e sunmayı başarabildiler?
15 Temmuz..
Aslında bu musibet başımıza gelmemiş olsaydı belki hala gereksiz, hiçbir ilerleme kaydedilemeyen, birbirini kilitlemeye dönük imkansız uzlaşı arayışlarıyla bir dönem daha bitirilecekti.
15 Temmuzla yani yine darbe etiketli bir olayın sürüklediği rüzgar arkasından geliyor bu yeni sistem düzenlemesi. Böyle okumakta fayda var. Çünkü bütün toplum darbe karşısında ortak bir duruş ve tavır aldı. Buradan sağlanan konsensüs ile hareket edilmek isteniyor.
MHP’deki değişimi okumak ise karmaşık. Darbe sürecinden öncesi ve sonrasıyla bambaşka bir MHP var Türkiye siyasal hayatında. Devlet bey, devlet reflekslerine daha yakın. AK Parti’yle şu anki sürecin işler gözükmesi kendi partisindeki gücünü de pekiştiriyor. Olağan genel kurullarına kadar başta ve muhaliflerin sesini kısmış durumda. Bu durum nispeten iç siyasal ortamın yumuşamasına doğrudan katkı sağlıyor. AK Parti’ye nefes aldırıyor.
CHP bilindik durumda. Terörün yıpratmaya çalıştığı ülkemizde etkili muhalefet yapabilme çıtasını bir türlü yakalayamayan bir CHP var. Sistemin değişmesine temelden karşılar. Çok ‘‘gerici’’ yaklaşımları içerisinde taşıdıkları şüphelerden kaynaklanıyor. Tek adamlık rejimi korkusundan daha ziyade tek başına iktidar yüzü göremeyeli uzun yıllar geçmiş bir parti olarak parlamenter sistemi iktidar olmanın tek alternatif olduğunu düşünmeleri doğal.
Türkiye siyasal tarihine şöyle bir göz atarsak, lider çerçeveli bir siyasal yapıyla karşılaşırız. Lider sultası da denilen bu yapı partiden ziyade parti liderini ön plana çıkarır. Partiden ziyade lidere, liderin karizmasına gitmiştir oylar yahut tepki amaçlı gitmiştir. Kolektivizmden ziyade bireyci bir yaklaşım vardır toplumumuzda. İnönü, Menderes ilk dönemde, daha sonrasında Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan; daha sonra Özal, Erdoğan. Bu isimler partilerinin de önünde olmuştur hep. Şimdi cumhurbaşkanı partili olsun veya olmasın yine isim ve profil ön planda olacak.
Halkın doğrudan seçtiği bir cumhurbaşkanı yetkileri bakımından da güçlü olmalıdır. Ancak bazı haklı soru işaretleri de giderilmelidir. Fiiliyattaki durumun resmiyete dökülmesi olarak yorumlanan başkanlık sisteminin gelişiyle oluşacak yeni yapının ülkemizin bahtını kara çıkarmaması tek dileğimiz olmalı.
Güçlü olmak zorundayız. Hele de bu coğrafyada asla yere düşmemeliyiz.
Kuvvetli kurumlar Türkiye’nin hızına hız katar. Badireleri atlatmak için daha sıkı çalışmak gerek. Erdoğan, Türkiye’yi tek başına sırtlıyor yahu. Artık bir sistem olmalı. Yük paylaşılmalı. Bürokrasi, siyaset ve toplum ayağa kaldırılmalı.
Uzun ince bir yol misali..
Şahlanarak ilerlemeli..
Yorum Yaz