İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Batı ile ilişkilerimizin sıkılaştığı bir dönem olan Tanzimat dönemi edebiyattan bilime, hukuktan tıpa kadar birçok alanda etkisini göstermiştir. Bu dönemde edebiyat, yaşadığı değişim ve dönüşümler bakımından diğer alanlardan daha müstesna bir konuma sahiptir. Bizler bu yazımızda Tanzimat sonrası Türk edebiyatının tür ve tema bağlamında uğradığı değişiklikleri aktarmaya çalışacağız.
Yeni Edebiyatta şiir, şekil yönünden divan edebiyatının etkisinden kurtulamamıştır. Her ne kadar yeni nazım şekilleri denense de bunlar dönemin genelinde uygulanmamıştır. Bahse konu yenilik denemelerinin birçoğunda Şinasi’nin imzası vardır. Şinasi özellikle Mustafa Reşit Paşa’ya yazmış olduğu kasidelerde ilk ve ikinci bölüm olarak nitelendirdiğimiz nesib ve teşbib bölümlerini atlayarak direkt olarak övülecek kısma geçmiştir. La Fontaine’den ve Lamartine’den yaptığı çevirilerde de şekil bazında ufak tefek değişikler yaptığı görünmektedir.
Dönem itibariyle şairler arasında bir ikilemin yaşandığını söylemek mümkün. Zira eski-yeni tartışmaları sürüp giderken şairler divan edebiyatı nazım şekilleri ile mi yoksa hâlihazırda oluşmaya başlayan yeni edebiyat ile mi devam edileceği konusunda ayrılığa düşmüşlerdir. Başta Ziya Paşa olmak üzere dönemin birçok mütefekkiri, bu eski-yeni tartışmalarına taraf olmuş ve eserlerinde işlemiştir. Ziya Paşa, Türk milletinin değerler sisteminde ciddi bir aşınmaya sebep olan bu ikilik ve dönüşümü “Yeni Çıktı” adlı redifli şiiriyle sanatlı bir biçimde kaleme almıştır. Yine bu dönemde Ethem Pertev Paşa’nın Victor Hugo’dan çevirdiği Tıflı Naim adlı eser sekiz mısralık bir nazım şekli olan ottova rima çevirisi yeni bir şekil olması hasebiyle önemlidir. Daha sonraları Abdülhak Hamid Tarhan'ın bu nazım şekliyle Makber adlı şiiri kaleme aldığını görüyoruz.
Türk edebiyatında ilk roman ve Batılı tarzda ilk hikâye Tanzimat döneminde ortaya çıkmıştır. Batı tarzından evvel ara dönem veya geçiş dönemi diyebileceğimiz roman ve hikâye türünde eserlerin varlığı söz konusudur. Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelât adlı eseri, Emin Nihat Bey’in Müsameretname adlı eseri bunlardan sadece birkaçıdır. Yine bu dönemde Ahmet Mithat Efendi’nin kaleme aldığı Kıssadan Hisse adlı eser de Aisopos ve Fenelon çeviri hikâyelerinin de bulunduğu yerli bir hikâye kitabıdır. Yine Ahmet Mithat Efendi’ye ait olan 28 hikâyenin içinde bulunduğu Letaif-i Rivayat adlı eser Türk hikâyeciliğinin başlangıcı olarak kabul edilir. Teodor Abdi tarafından yazılmış olan Sergüzeşt-i Kalyopi de bu dönemin bir diğer eseridir.
1872 yılında Şemsettin Sami tarafından kaleme alınan Taaşşuku Talat ve Fitnat adlı eser, ilk yerli roman örneği olması bakımından kayda değerdir. Daha evvel Yusuf Kamil Paşa tarafından çevirisi yapılan Telemak adlı eserden farklı olarak yerli ve kendi ürünümüz olması hasebiyle önemlidir. İlk yerli romanın yazılmasının ardından Ahmet Mithat Efendi belli zaman aralıkları ile sayısı 60’ı bulan hikâye ve romanı kaleme almıştır. Yine aynı dönemde Namık Kemal tarafından yazılan İntibah adlı eser romancılık tarihimizin köşe taşlarından biri olmuştur.
1885’te Recaizade Mahmut Ekrem tarafından kaleme alınan Araba Sevdası konusu, tipleri, psikolojik tahlilleri ve tasvirleri bakımından ilk realist Türk romanı olarak kabul edildi. Sonraları Serveti Fünun döneminde eserler veren Halit Ziya Uşaklıgil gibi yazarlar gerçek anlamda Batılı tarzda romanlar yazmışlardır.
Edebiyatımızda daha evvel görülen Karagöz-Hacivat, gölge oyunu, meddah, köy seyirlik oyunu gibi türler geleneksel tiyatro adıyla anılıyordu. Batılı tarzda tiyatro ise bizde Tanzimat sonrası Türk edebiyatında görülmeye başlanmıştır. 1867’de Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu’nu kurmasıyla birlikte Avrupa tarzı ilk tiyatro da sahnelenmiş oldu. Mekân bağlamında önceden belli bir yeri olmayan geleneksel tiyatromuz yerini tiyatro salonlarına bırakmıştır. Bunun yanında daha evvelden kaleme alınmadan irticalen oynanan oyunlar artık yazıya geçirilerek okunur hale de getirilmiştir. Böylece tiyatro iki bağlamda değerlendirilir hale gelmiştir. Birincisi tiyatronun metin kısmı, diğeri de tiyatronun sahnelenme kısmıdır.
Şinasi’nin yazmış olduğu Şair Evlenmesi adlı eser Batılı anlamda yazılan ilk tiyatro eserimizdir. İlk tiyatro teorisyeni veya eleştirmeni diyebileceğimiz Namık Kemal tiyatro türünde yazdığı altı eserle bu türü en fazla ileri taşıyan isim olmuştur. Yine ona ait olan Vatan Yahut Silistre adlı eser sahnelenen ilk tiyatro eseri olma özelliğini taşır. Namık Kemal’e göre “Tiyatro eğlencedir, fakat insanlık düşüncesinin icat ettiği eğlencelerin hepsinden üstün ve hepsinden farklıdır.” Celalettin Harzemşah adlı tiyatro kitabının giriş kısmında yazmış olduğu bu sözlerle Namık Kemal tiyatroya karşı bakış açısını gözler önüne sermiştir.
Yeni edebiyatta eleştiri bahsinde gözümüze çarpan ilk isim Şinasi’dir. Daha öncesinde Divan edebiyatında Nabi’nin birtakım şiirlerinden, edebiyat ile ilgili düşünceleri hakkında bazı çıkarımlar yapılabilir fakat Batılı anlamda ilk eleştiri yazıları Tanzimat dönemine rast gelmektedir. Namık Kemal’in edebiyatımızda eleştiri türüne yeni bir boyut kazandırdığını söyleyebiliriz. “Lisân-ı Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı Şamildir” isimli yazısıyla, ‘Türk edebiyat ve fikir hayatında dil ve edebiyatın problemlerini ilk ve en geniş’ anlamda ele alan ilk edebiyatçımız olmuştur. Namık Kemal burada Türk edebiyatının yeniden düzenlenmesi gerektiğini öne sürer ve bunun da yazı dilinin konuşma diline en kısa sürede dönüştürülmesiyle olabileceğini belirtir.
Ziya Paşa’nın kaleme aldığı Şiir ve İnşa adlı makale divan edebiyatını reddedip halk edebiyatının gerçek edebiyatımız olduğunu anlatan bir eleştiri yazısıdır. Daha sonraları Harabat eserinin mukaddimesinde asıl olanın eski edebiyat olduğunu yazarak kendisiyle çelişkiye düşer ve Namık Kemal gibi mütefekkirlerin yoğun eleştirisine maruz kalır. Namık Kemal Ziya Paşa’ya önce Tahrib-i Harabat, daha sonra da Takip adlı eleştiri yazılarıyla karşılık vermiştir.
Ahmet Mithat Efendi’nin Cenap Şehabettin’e karşı başlatıp Servet-i Fünun’un diğer şairleriyle devam ettirdiği “dekadanlık” tartışması, Türk edebiyatının en önemli polemik konularından biri olmuştur. Tartışma, Ahmet Mithat Efendi’nin Servet-i Fünun’culardan “Ben çocukla çocuk olmam” diyerek özür dilemesi ile sona erer.
O dönemde Recaizade Mahmut Ekrem’in başını çektiği birçok tartışma konusu vardır. “Kafiye kulak için mi, göz için mi?” tartışması, “abes, muktebes” tartışması gibi tartışmalar bu döneme damga vuran tartışmalardır. Zemzeme ile Takdir-i Elhan, Recaizade Mahmut Ekrem'in eleştiri alanında dikkat çeken eserleridir. Burada Muallim Naci’yi de zikretmek gerekir. Demdeme ve Istılahat-ı Edebiye adlı eleştiri eserleriyle öne çıkmış diğer bir şahsiyettir.
Hatırlanacağı üzere Divan edebiyatının parça güzelliğine ehemmiyet veren bir yapısı vardır. Beyitler kendi arasında konu bütünlüğü sağlasa da şiirin genelinde bir bütünlüğün sağlandığını söyleyemeyiz. Tanzimat edebiyatı ile birlikte parça güzelliğinden bütün güzelliğine geçildiğini görüyoruz. Edebiyatta içerik ise alabildiğince genişlemiştir. İnsanın iç âlemiyle dış dünyası bütün gerçekliğiyle edebiyatın konusu olmuştur. Recaizade Mahmut Ekrem bunu “Zerrattan şumûsa kadar her güzel şey şiirdir” diyerek tasvir eder. Daha sonraları Tevfik Fikret güzeli de çıkararak her şeyin şiirin konusu olabileceğini iddia eder.
Bu dönemde yeni düşünce ve kavramlar edebiyatta işlenmeye başlamıştır. Daha önceden şiire konu olmayan hürriyet, vatan, eşitlik, adalet, medeniyet, millet, kanun, irade, medeniyet resulü, adl-ü hak, ahali-i fazl, ehl-i cehl, ince hastalık gibi temalar şiirin konusu olmaya başlamıştır. Yeni edebiyatta tema bağlamında incelenmesi gereken ilk konu ‘görücü usulü evlenmeler’dir. Şinasi Şair Evlenmesi adlı kitabında bu eski tarz evlenme biçimlerini eleştirerek komedya türünde bir tiyatro eseri yazmıştır. Bu eserin en önemli özelliği tiyatro gibi yeni bir türde konu olarak özgün bir konunun seçilmiş olmasıdır. Başka bir deyişle yerli ve milli bir konuda yazılmış ilk eleştirel tiyatro eseridir. Aynı tema Şemsettin Sami tarafından Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eserde de işlenmiştir. Yazar burada görücü usulü evliliklerin kötü yanına dem vurmaktadır.
Yine bu dönemde işlenen bir başka tema ise kölelik-esaret-hürriyet temasıdır. Tanzimat edebiyatında kölelik konusunu ilk ele alan kişi Ahmet Mithat Efendi’dir. Yazar Letaif-i Rivayet kitabının ikinci kısmında bulunan Esaret adlı hikâyede bu konuyu işlemiştir. Ahmet Mithat’a ait Çerkez Özdenler tiyatrosunda da hürriyet teması işlenmiş ve bu eserin sahnelenmesinden sonra Osmanlı Tiyatrosu kapatılmıştır. Samipaşazade Sezai’nin kaleme aldığı Sergüzeşt adlı kitap baştan sona kölelik teması üzerinde durmuştur. Yine aynı konu bağlamında bir başka eser ise Fatma Aliye Hanım’a ait Muhâdarât adlı eserdir. Kölelik-esaret-hürriyet temasını şiirlere taşıyan en büyük şair muhakkak ki Namık Kemal’dir. Hürriyet Kasidesi şiiri neredeyse şairin ismiyle özdeşleşmiş bir şiirdir.
Tanzimat edebiyatında işlenen bir başka tema ise eğitimdir. Şemsettin Sami Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat eserinde kız çocuklarının eğitimi üzerinde dururken, Namık Kemal İntibah’ında çocuk eğitimi üzerinde yoğunlaşmıştır. Mizancı Murat’ın Turfanda mı, Yoksa Turfa mı isimli kitabında eğitim alanındaki çalışmaların yetersizliğinden bahsetmektedir.
Sonuç olarak denebilir ki yeni edebiyatta daha önce işlenen temaların yanında değişen dünya şartları, gelişen farklı mekanizmalar gereği birçok yenilik edebiyatımıza girmiştir. Bu yenilikler birtakım toplumsal olayların, dönüşüme uğrayan mevcut sosyo-politik yapının bir sonucu olarak literatürümüzde var olmuştur. Gerek toplumsal, sosyal, geleneksel düzen; gerekse siyasi, ekonomik, bürokratik yapı; birbirinden farklı birçok temanın zeminini hazırlayan faktörler arasında yerini almıştır.
M. Fatih Özmen
Yorum Yaz