İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
İnsanlar duyabildikleri ölçüde etraflarını ciddiye alırlar ve bazen öyle sesler vardır ki, toplumu duyması gereken seslerden uzaklaştırır. İşte Ömer Seyfettin’in birazdan inceleyeceğimiz “Yüksek Ökçeler”[1] adlı hikayemiz buna en güzel örneklerdendir. Ömer Seyfettin hikayelerini oluştururken, kendi hayatından yola çıkar ve gözlemlerini kullanır. Bu yönü sayesinde onun hikayelerini okuyan bir kişi hem Ömer Seyfettin’in yaşadığı dönemin toplumsal sorunlarını bilir hem de kendi dönemine ışık tutar. Hikâyenin başlangıç ve bitiş cümlesi şöyledir:
“Hatice Hanım, pek genç dul kalmış zengin bir hanımcağızdı.” Ve “Hiç olmazsa kendi yüreğim rahat ya!... diyordu.”[2]
Hikayemiz bu iki cümle arasında kurulmuştur. İlk cümleye baktığımızda aslında zengin ve mutlu olması gereken biri için, hanımcağız tabiri kullanılmıştır. Belli ki hikayemiz bizlere bu zenginlikle alakalı bir şeyler anlatacaktır. Giriş cümlesi her zaman önemlidir. Usta kalemler genellikle romanlarını ya da hikayelerini oluştururken, bu giriş cümlesine dikkat ederler. Çünkü giriş, hikayeye başlayan kişide merak uyandıran en önemli unsurlardan biridir. Bu giriş ise bizde şöyle bir merak uyandırdı: bir zengin kadın vardır ve hikâye bu kadının “Hanımlık” durumundan “hanımcağız” durumuna geçişini anlatacaktır. Belli ki bir çöküş mevcuttur. Çünkü bu hikâye, kendini “hanım” zanneden birinin aslında “hanımcağız” olduğunu gösteren bir hikayedir. Kısa şöyledir: Konakta 9 yıllık hizmetçileriyle yaşayan yüksek ökçeli bir kadın giydiği ayakkabıların yaptığı seslerden dolayı, ne zaman alt kata inecek olsa sesi gelirdi. Bu sesi duyan hizmetçilerde kendilerini çeki düzen verirlerdi. Bu manzara karşısında Hatice Hanım, kendisini “hanım” zanneder ve ahlak sahibi çalışanlarıyla gurur duyardı. Ta ki doktor ayakkabılarını çıkar diyene kadar. Ayakkabılarını çıkarınca ahlaksızlıklar gün yüzüne çıkmaya başlar, çalışanları çıkarır. Ama yerine aldıkları da hırsız arsızdır. Hatice Hanım son çare olarak yüksek ökçeli ayakkabısını giyer ve adeta her şeye kulaklarını tıkar. Böylece yüreğini rahatlatmaya çalışır.
Ömer Seyfettin kendi hayatından gerçekleri dile getiren bir hikayecidir. Acaba Ömer Seyfettin cidden böyle bir kadın tanıdığı için mi yazdı? yoksa dolaylı yoldan gördüğü toplumsal biri sorunu dile getirmek için mi yazdı? İşte biz burada toplumsal bir sorunu dile getirdiğini düşünerek inceleme yapacağız. Diğer seçenek olmaz diye bir şey yok. Hikayelerde her şey mevcuttur ve imkansız diye bir şey yoktur. Ömer Seyfettin toplumda çıkan yüksek seslerin bazı şeyleri gizlediğini bizlere anlatır. İnsanın olduğu her yerde ses vardır, kargaşa vardır, belirsizlik vb. daha nice iyi ya da kötü durumlar vardır. Nasıl ki Ömer Seyfettin zamanında yüksek sesler yüzünden sesi duyulmamış birileri varken, aynı şekilde de kendi dönemimizde böyle insanlar vardır. Ne yazık ki bu insanlar gördükleri kusurları değiştirmek yerine, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla hareket eder ve sessizliğe bürünür. Bu sırada da kendisine zarar vereceğini de bile karşısındaki sorun ne zaman baş gösterse onu sesle bastırmaya çalışır.
Bizim toplumumuzda da bugün yüksek ökçeli o kadar insan var ki, onların sesinin gizlediği kusurları ve ahlaksızlıkları göremiyoruz. Biz bu çıkardığımız sesleri modern hayatın bir getirisi olarak görüyoruz. Yani sahip olmaya çalıştığımız modern körlüğü, ulaşılabilecek en güzel bakış açısı olarak görmekten kendimizi alamıyoruz. Oysaki Ömer Seyfettin’in yaşadığı ve bize anlatmaya çalıştığı toplum ile aramızda 100 yıllık bir fark var. Ama 100 yılda toplumdaki ahlaksızlıkları düzeltmeye çalışmak yerine, daha fazla teşvik etmeye başladık. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki; eğer Hatice Hanım gibiler olmazsa, yüksek seslerin yaptığı gölge bugünün toplumunun üzerinden kalkarsa, karşımıza çıkabilecek manzara bizi korkutuyor. Çünkü modern hayat “ben”in hayatıdır.
Son olarak, bu hikâye aslında dünün bugünün ve yarının hikayesidir. Dün alamadığımız dersleri bugün de alamazsak, yarınımız Hatice Hanım ve onu kullananlarla dolup taşacaktır.
KAYNAKÇA
[1] Ömer Seyfettin, Seçme Hikayeler-2, s. 57-60
[2] a.g.e., s. 57
Yorum Yaz