İlim ve Medeniyet

ZULÜM EBEDİ DEĞİLDİR!

Zulüm Ebedi Değildir

Tarihimizdeki ilk zulüm Habil ve Kabil arasında olmuştur. Kabil, Habil’i kıskanarak öldürmüştür. Onun yaptığı bu davranış ve açtığı çığır kıyamete kadar ona öldürülenlerin günahının yazılmasını temin edecektir. Şerde öncülük etmek sonucunun çok ağır şeylere sebep olmasına vesile olur. Bir insan bir kötülüğü ilk olarak başlattığında onun peşinden gidenlerin günahları da ona yüklenir. Hayırda öncü olmak ne bereketli ve güzel şey. Ebediyete gitmek ve ebedi olmak buradan geçiyor. Örneğin İslam tarihinde ilkleri başlatan nice güzel insan var. Bunların çalışmaları bereketli olmuş ve birçok kimseye ilham olmuştur.

İlk zulümden sonra belki insanlık milyonlarca zulüm gördü. Burada zulmedilen olmak Rabbimizin katında inanılmaz değerli. Mazlum ile Allah arasında perde yoktur buyruldu. Dolayısıyla mazlumlara Rabbimiz nice güzellikler bahşedecektir. Sabırla namazla Allah’tan yardım istemek gerekiyor. Mazlum’un çirkin olan küfrü bile yapabilmesine cevaz verilmiştir. Bildiğim kadarıyla zulme uğrayan kötü sözler kullanabilir. Rabbim elbet zalimlere bunun hesabını soracaktır ve onları yardımcıları olmayan bir güne hazırlayacaktır.

Suriye, Mısır, Ürdün, Filistin, Arakan ve İslam dünyasının birçok yeri türlü haksızlıklara uğruyor. Bununla birlikte bu durum bir uyanışın da habercisi olmalı. Zor şartlarda yetişen insanlar şımarık yetişen insanlardan daha değerli. Onların yapacağı İslami hareket öncülüğü elbette yeni nesillere ışık olacaktır. Evet zorluk var lakin çilenin doldurulması da gerekiyor.

Türkiye’de tek parti iktidarı samimi Müslümanları derinden yaralıyor. Arapça ve Kur’an düşmanlığı had safhada. Gizli gizli dersler işleniyor. Çok zorluklar çekiyorlar Müslümanlar. Bu dönemde kimin gerçek Müslüman olduğu anlaşılıyor. Hilafetin torunları olan Türklere ezan ve Hac yasaklanıyor. Kendi ülkelerinden gördükleri bu zulüm karşısında Müslümanlar durmayıp gizliden insan yetiştirmeye devam ediyorlar. Her türlü riski alıyor ve hapislerle imtihan ediliyorlar. Said Nursi Hazretleri gibi kahramanlar ise çok ciddi İslami atılımlar gerçekleştiriyor. O ne büyük kahraman ki cesedinden bile korktular. Öyle büyük bir Evliya ve Allah dostu idi. Lakin O’nun da kaderine zor şeyler yazılmıştı. Allah yolunda gram geri adım atmadan yıllarca bu milletin gençlerine hizmet etti. İnternetin bu kadar yaygın olmadığı o ortamlarda yaptıkları elde edilemez başarılardır. Rabbim bizleri O’nun şefaatine nail eylesin.

Ali Ulvi Kurucu’ya dair yazmaya devam etmek istiyorum. Efendim bu ne büyük bir insan. Allah ve Peygamber aşığı. Şiirle İslam’a hizmet etmiş bir kahraman. Ben de Ali Ulvi Kurucu’yu ruhuma tercüman olarak buldum. Ruhuma ve davama tercüman. Bu ne samimiyet ki ağlatıyor bir nesli. Bu ne bereket ki ışık oluyor eserleri. İnsanlığa adanmış bir ömür. Güzel ve özel hayatı ebedileşti. Hatıratını okuduğunuzda ne güzel insanlar yaşamış diyorsunuz. O güzel insanların hatırına bu dünya dönüyor. Şimdi ise zulümle ilgili Ali Ulvi Ağabey’in hatıratına bakalım.

Seni Bu Atla Çiğnerim

Caminin önünde, dedemin takkeyle dolaştığını gören bir kurmay albay, “sen niçin şapka giymiyorsun?” diye dedeme musallat olmuş.

Dedemin camiinin yakınında Aslanlı Kışla vardı. Subaylara o zaman “zabit” denirdi. Zabitler evlerine atla gidip gelirler, arkalarında da yine atlı bir “emir eri” bulunurdu. Zabitlerin atları çok iri “katana” denilen cinsten idi.

Dedem, koynundan çıkarıp kasketi gösterince:

“Hoca bunun adı nedir, şapkadır; yani serpuştur, başa giyilir. Cebe konulmak için mi, başa giyilmek için mi yapıldı?” diye bağırmış.

Bu zalim, dedeme musallat olmuş, ne zaman görse sataşırmış.

Birgün dedem eve çok üzgün geldi.

“O zabit bugün beni tehdit etti… Caminin önünde abdest alıyordum…” diye ağır ağır anlatmaya başladı.

Dedem, caminin yanındaki çeşmeden ibriğini doldurup, ön tarafta abdest alırdı. Böyle yaparak çeşmeden su içmeye veya kabını doldurmaya gelenlere yer açardı. Kendisi çok yavaş abdest aldığından, su almaya gelecek olanların o müddet zarfında kendisini beklemelerini istemez; onlara mani olmamak için abdest ibriğini doldurup, caminin önüne çekilirdi.

Dedem anlatmaya devam etti:

Oturduğum yerde, ibrikle abdest alıyordum. Adam yoldan geçerken beni gördü. Atını çevirdi, geldi.

“Hoca, nedir benim senden çektiğim? Sana kaç defa söyledim, şapka giy diye! Niçin giymiyorsun da hala takke giyiyorsun?

Efendim bundan önce de size arz ettim. Şapkam var…”

Ayağa kalk!

Efendim, abdest alıyorum..

“Seni bir daha bu takkeyle görürsem. Seni bu atla çiğnerim!…”

O atın üzerinde, ben oturmuş, abdeste devam ediyorum. Katanayı üzerime doğru şaha kaldırdı. Atın ayağındaki nallar, kaldırımdan kıvılcımlar çıkarıyordu… Allah cesaret verdi, sükunetimi muhafaza ettim… Zabit söylene söylene gitti.. Mahzun oldum, gönlüm kırıldı:

“Allah’ım dedim; Allah’ım, Nemrud’un köşkü bu attan büyük idi. Fakat kahr u celâlin önünde eridi gitti. Celâline sığınıyorum Allah’ım, cemâline değil, celâline sığınırım!

O gün hepimiz çok üzüldük.

Üç gün sonra duyduk ki, o zabite bir buğday kamyonu çarpmış, yere serilip ölmüş gitmiş…”

Yukarıdan da anlaşılacağı üzere Allah zalime mühlet verse de ihmal etmiyor. İlk fırsatta ayağını kaydırıp işini bitiriyor. Hele Allah dostlarına karşı bu tarz muameleler yapanlar elbette karşılığını buluyorlar. Dedesi o şekilde dua etmeseydi bile bence Allah yine gerekeni yapacaktı. Bu hatıra zihnime mıh gibi işlenmiştir. Allah’ın yardımı bütün yardımlardan büyük ve bütün zekalardan da üstündür. Bugün zeka ve kabiliyetlerine güvenenler karşısında aciz ama Allah’ına güvenenler kazanacaktır. Müslümanlar nerede zulüm görüyorsa müsterih olsunlar, elbet Allah bir gün bütün zalimlerin hakkından gelecektir.


Ozan Dur

 

 

Exit mobile version