2014 yılında, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinden sonra, Türkiye’de siyasal sistemin geleceği ile ilgili önümüze çok sayıda soru işareti çıktı.
Türkiye’de yıllardır tartışılan mevcut siyasal sistemin sorunları ile ilgili ciddi çalışmalar yapılmaya başlandı. Yapılması muhtemel olarak görülen değişikliklerle alakalı (başkanlık ya da yarı başkanlık) birçok rapor hazırlandı. Ancak maalesef ülkemizdeki sistem tartışmaları belirli şahıslar veya korkular üzerinden yapılmaktadır. Bu sebeple de konunun mahiyeti tam olarak anlaşılamamaktadır. Gerçekleşmesi mümkün olmayan sabit varsayımlar ileri sürülmektedir. Oysaki, tartışmalarımızı çerçevesi çizilen denge ve denetleme mekanizmaları, ülkemizin siyasal kültürü ile yapısı, tarihsel tecrübeleri ve yaşadığı krizlere bağlı olarak, değişikliğin geliştirdiği veya geliştiremediği konular üzerinden yapmalıyız. Seçimlerin zamanlaması, cumhurbaşkanının kararname çıkarabilme ve veto yetkisi, yürütme ile yasama arasındaki ilişkiler, seçim mekanizması ve parlamentonun yapısı bizim esas gündemimizdir. İlk olarak, halk oyuna sunulacak anayasa değişikliği teklifi ile ilgili değerlendirmelerimi maddeler halinde sıralayacağım.
1. Türkiye’nin geldiği yeni noktada, birtakım değişikliklere ihtiyacımız olduğu açıktır. En önemlisi de, siyasal istikrarın kalıcı hale getirilecek bir biçimde dizayn edilmiş olmasıdır. Hangi siyasi felsefeyi savunursanız savunun, siz kendi programlarınızı ancak siyasal istikrarın olduğu bir yapı içerisinde hayata geçirebilirsiniz. Hızlı ve etkin bir yönetim ihtiyacı karşımızda durmaktadır. Ayrıca hala hesap verebilir bir yönetim modeli oluşturamamış bulunmaktayız.
2. Yürütmenin en önemli fonksiyonlardan biri de siyasal liderliktir. Siyasal liderlik bir şahıs niteliği değil bir sistemin unsurudur. Tartıştığımız cumhurbaşkanlığı sisteminin siyasal liderliği temin ediyor olması önemli bir husustur.
3. Bu sistem, ister istemez siyasetçileri daha kuşatıcı olmaya ve ülkenin geneline hitap edecek bir söylem üretmeye yönlendirmektedir. Sistem, tüm liderleri kuşatıcı bir dil kullandırmaya teşvik edecektir.
4. Anayasanın belirli maddelerindeki hükümlerin güncel ihtiyaçları karşılayamaması, neden bir anayasa değişikliğine ihtiyacımız olduğunun işaretidir. Yürürlükte olan anayasada halen daha darbenin izleri ve gölgesi bulunmaktadır. Bu anayasayı hazırlayanlar geçmiş yıllarda bir yargılama süreci geçirmişken, hazırladıkları anayasanın da birtakım değişiklik sürecine gitmesi önemli bir mecburiyettir. Değişiklik aslında siyasal kurumun önemli bir vazifesidir. Bir kısım maddelerinde 12 Eylül’ün otoriter izini, diğer bir kısmında da 2000li yılların ve Avrupa Birliği Uyum Süreci’nin özgürlükçü izleri bulunan anayasada ortak bir anlam ve ruh yakalamalıyız.
5. Türkiye’de 67 yıllık çok partili siyasi hayatın içerisinde 4 askeri darbe ve 5 askeri darbe girişimi vuku bulmuştur. Girişimlerin en sonu ise 15 Temmuz’daki faşist ayaklanmadır. Ayrıca bu süre içerisinde 68 siyasi parti kapatılmış ve başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere çok sayıda siyasi yasaklı figürler ortaya çıkmıştır. Yakın tarihimize acı bir şekilde geçecek siyasi idamlar yaşanmıştır. Bu yaşananlar mevcut sistemdeki tıkanıklıkları ve hastalıkları kesinlikle gözden geçirmemiz gerektiğinin ispatıdır.
6. Yönetme niteliklerinin ve kabiliyetlerinin ikiye veya daha çok sayıda güçlere bölünmesiyle siyasi tarihimizde sonuç alamama, karar verememe gibi çok sayıda tartışma olmuştur. Çok yüksek yetkilerle donatılmış çok güçlü bir cumhurbaşkanı ile çok sayıda yürütme yetkisi olan başbakanlar arasında çok partili siyasi hayatımız boyunca siyasi ve ekonomik boyutları olan krizler yaşanmıştır. Cumhurbaşkanlığı sistemi modeli ise bu soruna kesin çözümler getirmektedir.
TARTIŞMA KONULARI
1876 yılını esas aldığımız zaman Türkiye’nin 140 yıllık bir anayasa geçmişi vardır. Böyle bir zaman dilimi bizim için önemli bir müktesebat oluşturmuştur. Daha önce 4 defa sil baştan düzenlenen değişiklikleri saymazsak ilk kez boyutları son derece derin ve etkileri son derece güçlü bir değişiklik yapılmaktadır. 1982 Anayasası bugüne kadar 18 defa değişikliğe uğradı. Son olarak geçen sene dokunulmazlıklara ilişkin geçici bir düzenleme getirildi. Bütün bu değişiklikler aslında revizyon değişiklikleriydi. Şimdiki 19. Değişiklik ise bir sistem içi değişiklik değil, bir sistem reformudur.
Anayasaların en önemli özelliği devleti düzenlemeleridir. Eski adıyla anayasalar esas teşkilat kanunlarıdır. Böylesine önemli bir değişiklikte de yapılan eleştirilere kulak vermeli ve insanlara bu değişikliği anlatmak için elimizden gelen tüm özeni göstermeliyiz.
“Zamanı mı?”
Zamanlama meselesi, her ülkenin ekonomik, siyasi ve sosyolojik koşulları üzerinden ortaya çıkar. Bu değişiklik nasıl gündeme geldi diye kafamızı yoklarsak Türkiye 1982 Anayasasından çok geçmeden yeni bir anayasa tartışması yapmaya başladı. Türkiye gündemini düşündüğümüz zaman anayasa hiçbir zaman gündem dışına çıkmadı. 2007 yılında bizatihi Cumhuriyet Halk Partisi’nin açtığı bir yolla Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir kriz yaşandı (367 Krizi) ve sonrasında yapılan halk oylaması ile “cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi” kabul edildi. 82 Anayasasının kuruluşunda olan çift başlılık sorununu 10 Ağustos 2014 seçimi de iyice görünür kıldı. 28 Şubat döneminde ve Anayasa kitapçığının fırlatıldığı zaman en büyük örneklerine şahit olduğumuz çift başlılık krizinin potansiyeli, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilen bir pozisyonda tanımlanmasıyla daha da güçlendi. Ortaya çıkan “terleyen cumhurbaşkanı” figürüyle oluşan anayasal pozisyonların doğası uyumsuzluk taşımaktadır.
Bunun yanına eklenebilecek bir olgu daha var: 15 Temmuz. Bu tarih, Türkiye siyaset tarihinin gördüğü en kanlı girişim. Bir devirme ve işgal hareketi. O gece halk, lideriyle bütünleşerek bu girişime bir reaksiyon gösterdi. 15-16 Temmuz’un iyi analiz edilememesi durumunda şu an geldiğimiz konumun anlaşılması mümkün değildir.
“İki seçim aynı gün yapılacak, meclis denetim görevini yapamayacak!”
Kanaatimce aynı gün yapılan bir seçimde meclisin çoğunluğunun ve cumhurbaşkanının aynı partiden olması bir eleştiri konusu olmamalıdır. Eğer demokratik bir sistem içerisinde bir siyasal yapı öngörüyorsak, demokrasiye ve demokratik meşruiyete güveniyorsak ve demokrasinin esas ilkesinin halkın seçimi olduğunu düşünüyorsak halkın bu konudaki her tercihine saygı duymak zorundayız. Halk tercihini ikisinin aynı mecradan ya da farklı mecralardan seçmesinin demokratik meşruiyete aykırı bir tarafı bulunmamaktadır. “Halk her zaman doğru tercihi yapmaz” diyebilmek, geçmişte yapıldığı gibi bir vesayetçi sistem özlemidir. Ayrıca unutmamalıyız ki bu süreç bir reform başlangıcıdır. Başlangıcın da devamı gelmek zorundadır.
Kimsenin dikkat etmediği bir husus daha var bu konuda gözüme çarpan. Önerilen sistemde mutlak eş zamanlı bir seçim değil, nispi eş zamanlı seçim bulunmaktadır. Bunu biraz daha açarsak, eğer cumhurbaşkanı ilk turda yüzde elli artı bir oy alamazsa, iki hafta sonra en çok oyu alan iki aday ile tekrar cumhurbaşkanlığı seçimi yapılır. Bu düzenleme halka bir imkan sunmaktadır. Zaten Türk seçmenin inanılmaz derecede bir sorun çözme yetisine sahip olduğunu düşünüyorum. Oylarıyla siyasal sisteme çok ciddi etkiler yapan bir seçmen profilinden söz ediyoruz. Seçmenin zamanında yaptığı Bülent Ecevit tercihleri, darbeden sonra Turgut Özal’ı tercih etmesi ve uzun süren tek parti iktidarından sonra “Yeter, Söz Milletin” diyerek yaptığı Demokrat Parti tercihi bize bu yeteneğin mevcut olduğunu göstermektedir.
“Tek adam rejimi getiriliyor!”
Parlamenter sistem kabine esaslıdır. Parlamenter sistemde halk önce meclisi seçer, meclis de kabineyi seçer. Önerilen sistemde ise cumhurbaşkanı adayları halkın karşısına çıkar ve birinin seçilmesiyle hükümet kurulmuş olur. Bunun ismi tek adam rejimi değildir. Mesela ABD için çok duymuşuzdur; Obama hükümeti, Trump hükümeti…
Önerilen ise meşruiyetini doğrudan halktan alan tek kişilik yönetim modelidir. Halka karşı çok yüksek siyasi sorumluluğu vardır.
Tek adam rejimi ise kuvvetler arası ilişkinin iyi kurulmadığı, yargının hem meclisi hem yürütmeyi denetleme fonksiyonunun olmadığı, güç yoğunlaşmasının tüm kuvvetlere dağıtılmadığı zamanlarda oluşur. Oysa önerilen sistem güçlü kuvvetler ayrılığı esasına dayanmaktadır. Kuvvetleri kendi içerisinde güçlendirecektir. Meclisi gerçek anlamda meclis pozisyonuna getirecektir. Bir anlamda da parlamentoyu özgürleştirecektir. Böyle bir sistemden tek adam rejimi çıkmaz. Tek kişilik yönetimin hem hukuki sorumluluğu hem siyasi sorumluluğu hem de cezai sorumluluğu olacaktır.
“Cumhurbaşkanı, milletvekillerini de belirleyecek.”
Bir örnekle başlayacağım. Hepimizin hatırlayacağı üzere, 7 Haziran’dan önce Sayın Cumhurbaşkanı, mecliste bir partiye 400 milletvekili istemişti. Ama halk vermedi. En son karar mercii yine tabi ki halk. En önemli irade halkın karşısına gitmek. En önemli denetim, unutmayalım ki halkın denetimidir. Önerilen argümanların varsayım boyutuna ulaşmaması gerekir. Türkiye’de halk yanlış yapma potansiyeline sahip değildir. Bu son derece seçkinci bir yaklaşımdır. Zaten sistemin de böyle gelişmeyeceği, sistemin kendi içerisinde bir tecrübe üreteceği de çok açık. Bir “tek seçicilik” durumu oluşmayacak. Milletvekili adaylarının belirlenmesinde farklı parametreler devreye girecek. Halk da kendisine uygun olmayan bir aday yelpazesinden yana tercihini kullanmayacak. Demokratik kamuoyu, siyaset ve sosyoloji olası bir “tek seçiciliğe” mutlaka engel olacaktır. Zaten yeni sistem, cumhurbaşkanına parti genel başkanı olma zorunluluğu getirmemektedir. Bunu, partisinin iç sosyolojisi belirleyecektir. Sadece partisiyle ilişiğini kesmek zorunda kalmayacaktır. Önerilen hükümet sistemi parlamentodan çıkmayacağı için halkın doğrudan yüzde 51 oyunu almış bir siyasi figürü partisinden ayrı düşünmek büyük bir yanılgıdır. Cumhurbaşkanının tarafsızlığı sadece sembolik olmasıyla mümkündür. Mevcut sistemde hükümet meclis içerisinden çıktığı için meclis ve hükümetin sahip olduğu siyasi eğilim arasında mutlak bir benzerlik öngörürken; önerilen sistemde, iki ayrı sandık kurulacağı için, farklı bir ihtimali de bünyesinde barındırmaktadır. Ayrıca cumhurbaşkanlığı sisteminde bağımsız birinin de hükümet kurma imkanının önü açılmıştır.
Her anayasa değişikliğinin uyum yasalarına ihtiyacı vardır. Bu anayasa değişikliğinin de siyasi ve teknik uyum yasaları olacaktır. Değişiklik kabul edilirse eğer, yönetimde istikrarla birlikte temsilde adalet de sağlanacak, seçim barajının kaldırılması, ön seçim zorunluluğu ve daraltılmış bölge seçim sistemi gibi konular, özgürleştirmeye çalıştığımız meclisimizde konuşulacaktır. Benim öngörüm bu şekildedir. Çünkü bu değişiklik bir reform başlangıcıdır. Siyaset yapma tarzı, siyasi partilerin yapısının değişikliği tartışılmaya başlanacaktır.
“Cumhurbaşkanı meclisi feshedebilecek!”
Önerilen sistemde düzenlenen “birlikte seçime götürme yetkisi” sanıldığı gibi asla bir fesih mekanizması değildir. Bu yetkiyi kullanan kim olursa olsun her iki organın da seçimlerinin yenilenmesi kararını alması demektir. Hatta bu yetkiyi kullanmada meclise bir üstünlük verildiğini de görebiliriz. Cumhurbaşkanı bu yetkiyi kullandığı zaman büyük bir siyasi bedel ödeyecek ve kalan süresini de kullanmış kabul edilecek. Bunun üstüne bir bedeli de sandıkta seçilmeyerek de ödeyebilir. Bu da cumhurbaşkanına bu yetkiyi kullanması için gerçekten bir kriz halinde olma şartını getirir. Eğer cumhurbaşkanı bu yetkisini ikinci döneminde kullanırsa daha büyük bir fedakarlık yapıp bir daha aday da olamayacak. Sonuç olarak, cumhurbaşkanı tarafından bu yetkinin kullanılması son derece istisnai bir durumdur. Meclisteki milletvekillerinin de dönem sınırlaması olmadığı için bu yetkiyi kullanma konusunda çok daha rahat olduğunu söyleyebiliriz.
“Meclis çoğunluğu ile hükümet farklı partilerden olursa yine kriz çıkmayacak mı?”
Öncelikle böyle bir durumun adı “koalisyon” değildir. Koalisyon kural olarak parlamenter sitemlerde olur. Bir parlamenter hükümet birden çok partinin hükümeti olursa buna koalisyon hükümeti denir.
Eğer halk, iradesini meclisi ve hükümeti ayrı mecralardan seçmek ile göstermişse, bu devlet organlarına uyumlu çalışma ve uzlaşma mesajlarını bize gösterebilir. Eğer yine de bir tıkanıklık gerçekleşirse önerilen sistemdeki diğer mekanizmalara başvurulabilir.
“Cumhurbaşkanı meclisi By-Pass ederek kararnameler ile ülkeyi yönetecek!”
Kararnameler konusu bazı kesimler tarafından iyi kavratılamadı. Bazıları da bilinçli olarak çarpıtıyor. Önerilen sistemdeki kararname düzenlemesi, sınırlandırılmış kararname sistemidir. Cumhurbaşkanı temel hak ve özgürlükler alanında, siyasi haklarda kararname çıkarma yetkisine sahip olamayacaktır. İkinci olarak kararnameler kanun gücünde olmayacak. Normlar hiyerarşisinde kanunun altında olacaktır. Kanunla düzenlenmiş alanda cumhurbaşkanı kararname çıkaramayacak. Anayasada “özel olarak kanunla düzenlenir” denilen konularda cumhurbaşkanı kararname çıkaramayacak. Meclis kanun çıkarıp cumhurbaşkanı kararnamesini her zaman yürürlükten kaldırabilecek. Cumhurbaşkanının çıkardığı her kararname denetime tabi olacak ve meclisteki birinci ve ikinci partiler bunu Anayasa Mahkemesi’ne götürebilecek. Kanunla kararname arasında çelişki olursa kanun uygulanacak. Mahkemeler, bir kararnamede anayasaya aykırılık görürse “somut norm denetimi” uygulayarak bunu Anayasa Mahkemesi’ne taşıyabilecek.
Peki Cumhurbaşkanı hangi konularda kararname çıkarabilecek?
1. Milli Güvenlik Kurulu’nun düzenlenmesi
2. Devlet Denetleme Kurumu’nun düzenlenmesi
3. Bakanlıkların teşkilatının düzenlenmesi
4. Kamu tüzel kişiliklerini kurma
5. Üst kademe kamu yöneticilerinin atama usulleri
6. Genelkurmay Başkanı’nın statüsü
“Meclis, hükümeti denetleyemeyecek!”
Buradaki tartışma, güvenoyunun ve gensorunun kaldırılması üzerine yapılmaktadır. Parlamenter sistemin yapısı gereği, hükümet parlamentoya karşı sorumludur. Ancak önerilen sistemde, halk, cumhurbaşkanını seçtiği gün hükümeti kurmuş olur. 16 Nisan’da oylayacağımız değişiklik bize, parlamentodan çıkan bir hükümet modelinden doğrudan halk tarafından kurulan bir hükümet modeline geçişi önermektedir. Bunun adı da “millet hükümeti” olacaktır. Parlamenter sistemde hükümet göreve başlamak için güvenoyuna ihtiyaç duyar. Bir güvensizlik ortaya çıktığı zaman da gensoru verilir çünkü hükümet parlamentoya karşı sorumludur.
Cumhurbaşkanlığı Sisteminde -yapısı gereği- güvenoyu ve gensoru bulunmaz. Çünkü halk, hükümeti seçtiği anda güvenoyunu vermiş olacaktır. Bu hükümetin de siyasi sorumluluğu halka karşı olacaktır. Siyasi sorumluluğun öznesi değişeceği için bu sistemde gensoru ve güvenoyu olmayacaktır. Asil güvenoyunu vereceği için vekilin de vermesi tartışma konusu olamaz. Ama bu hükümetin meclise karşı hiçbir sorumluluk altına girmeyeceği anlamına gelmeyecektir. Tam tersine meclis yine merkezdedir, daha üstündür. Mevcut sistemde yürütme-yasama özdeşliği varken yürütme yasamayı baskı altında bırakmaktadır. Kanun tasarılarıyla kanunlaşmalar olur. Kanun tasarılarını ise hükümet hazırlar. Milletvekilleri mevcut sistemde yürürlüğe giren kanunların içeriğini bile bilmemektedir. Kanun teklifi ile kanunlaşma yolu oranı ise çok düşüktür. Önerilen sistem ise yürütmenin yasama üzerindeki bu hükümdarlığına son verecektir.
Önerilen sistemde hükümetin meclise karşı hukuki sorumluğu devam edecektir. Gensoru ve güvenoyu birer siyasi sorumluluk unsurlarıdır. Cumhurbaşkanlığı sisteminde meclis, hükümeti denetleme açısından çeşitli enstrümanlara ve mekanizmalara sahiptir. Bunlar, meclis araştırması, genel görüşme, yazılı soru ve meclis soruşturmasıdır. Meclis, cumhurbaşkanının işlediği suçlarla ilgili soruşturma açma yetkisine sahiptir. Yüce Divana sevk etme yetkisine sahiptir. Dolayısıyla, meclisin denetim yetkisine ilişkin bir başkanlık modelinde olması gereken tüm unsurlar burada yer almaktadır.
“Anayasa Mahkemesi görevini yapamayacak!”
Anayasa Mahkemesi ile ilgili konularda argüman üretenlerin çok önemli bir şeyin farkında olmadığını görüyoruz. Bu değişiklikte Anayasa Mahkemesinin yapısı ile alakalı bir değişiklik yok. Mevcut sistemde olan her şey hiç dokunulmadan devam edecek. Ayrıca bu sistem devreye girdiğinde, Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesi’nin 12 üyesini yeniden mi seçecek? Şu an Anayasa Mahkemesi üyelerinden en erken görevi biten üyenin 2018 yılında; en geç görevi bitenin üyenin görevi 2031 yılında süresi dolacak. Seçilmiş olan üyelerin bazılarının 12 yıl görev süresi var, bazılarının da 65 yaşına kadar görev süresi devam ediyor. Bu hesabı yaptığımız zaman önümüzdeki 10 yıl boyunca, üyelerin yarısından daha azı yeniden seçilecek.
“Yargı, bağımsız olmayacak!”
Mevcut anayasada yirmi iki üyeden oluşan HSK üyelerinin yine dördünü Cumhurbaşkanı; kalan üyeleriyse Yargıtay, Danıştay, adlî yargı hakim ve savcıları vs. seçiyordu. Mevcut anayasada TBMM’nin üye seçmesi söz konusu değilken, teklifte on üç üyeden yedisinin TBMM tarafından seçileceği öngörülmüştür. Bu, meclisin etkinliğinin artmasını sağlayacaktır. Mevcut uygulamada yargı camiasının kendi içerisinde HS(Y)K üye seçiminden dolayı önemli bir siyasi kutuplaşma yaşadığı bizzat yargı camiasının rahatsızlık duymasına sebebiyet vermiştir. Cumhurbaşkanının HS(Y)K’ya seçtiği üye sayısının değişmemesi ve AYM üyelerinin seçiminde mevcut anayasanın değiştirilmesine dönük teklifte herhangi bir hüküm bulunmadığı düşünüldüğünde, bahsedilen iddiaların mesnetsiz olduğu açıkça görülecektir. HSK üyelerinin doğrudan halk tarafından seçilen meclis ve cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi kanaatimce yargıyı daha güçlü kılacaktır. Son olarak anayasadaki “yargının bağımsızlığı” ilkesinin yanına teklifle beraber “tarafsızlık” ibaresinin eklendiğini hatırlatmakta fayda vardır.
“Cumhurbaşkanı yardımcısı ülkeyi yönetecek!”
Cumhurbaşkanlığı makamı bir sebeple boşaldığında, Cumhurbaşkanı Yardımcısı/Vekili, Cumhurbaşkanlığı makamına sadece 45 gün kadar vekâlet edebilecek. Bu süre zarfında Cumhurbaşkanı’nın yetkileriyle donatılmış olmayacak. Söz konusu vekil, sadece ülkeyi seçime götürecek iradeyi 45 gün içinde ortaya koymakla mükellef olacak. “Vekil hükümet” kavramıyla, vekil hükümetin 45 günlük kriz döneminde ülkeyi seçime götürmesi için Cumhurbaşkanı Yardımcısı taşıyıcı ve yardımcı bir unsur olarak görev alacak.
“Rejim değişiyor, cumhurbaşkanı isterse ülkeyi bölebilecek!”
Anayasa değişikliğinin bununla alakası bile yok. Anayasa değişikliği sürecinde bahsi geçen değişiklikler rejimin değişmesine yönelik değildir. Aksine cumhuriyet rejimi kuvvetlenecektir. Türkiye eyaletlere bölünmeyecek. Anayasa değişikliği bu konuya değinmiyor bile ve buna yol açabilecek bir adım da atmıyor. anayasa değişikliği rejime ve Türkiye’nin üniter yapısına dokunmuyor. Gerçekleştirilmek istenen değişiklikler bu alanda değil ve bu konuları da gündeme getirmiyor. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik yönetimiyle baki kalacak.
Son olarak, bu değişiklik Türkiye’de bugüne kadar yapılmış ilk referandum değil. Referandumlar oldu. Anayasa değişiklikleri oldu, ama bugüne kadar yapılmışların içerisinde en önemli bir anayasa değişikliği bu değişikliktir. Türkiye açısından tarihi bir dönüm noktasıdır. Bugüne kadar yapılan 18 değişikliğin hepsi anayasanın sözüyle ilgiliydi. Ruhuyla ilgili, ruhuna dokunan değişiklik yapamadık bugüne kadar. Bu 19’uncu değişiklik ise anayasanın ruhuna temas eden, dokunan, onu değiştirecek bir değişikliktir. Evet, milletimiz 16 Nisan günü en doğru kararı verecektir.
Abdulvahap DUMAN