Şahsiyet Akademisi’ndeki güllere ithafen…
Bir grup kardeşle hayırlı işler vesilesiyle birkaç günlük bir Edirne kaçamağı yaptık. Edirne’nin birçok güzelliğine nail olduk. Elbette Edirne deyince akla ilk gelen Mimar Sinan’ın ustalık eserim dediği Selimiye Camii olacaktır. Ancak Selimiye’den ayrılıp yokuş aşağı yürüdüğünüzde hemen karşınıza gelen bir cami var ki o da en az Selimiye kadar büyüleyici ve esrarengizdir. Daha önce de birkaç kez ziyeret etme şerefine nail olduğum Eski Cami ile ilgili sizlere dilim döndüğünce bahsetmek isterim, buyrun;
Büyük Osmanlı gezgini Evliya Çelebi şunları söylüyor; “Eski Camii’nin mihrap duvarı önündeki bahçede, lale, sümbül, erguvan tarhları bulunur. Mevsimine göre gül, sümbül, nergis ve zambak çiçekleri hokkalar içinde namaz safları arasına dizilir. İrem bağı içinde bulunan hoş sesli kuşların hazin sesleri, namaz kılanlara hayat verir. I.Mehmed Camisi, Ulu Cami derler, Musa Çelebi başlatmış yarım kalınca I.Mehmed tamamlatmıştır. Çarşı pazar içindedir.”
Osmanlının fetret devri ulu camilerinin ilki olan Eski Cami, dört paye üzerine yerleştirilen dokuz kubbeli ve üç kapılı bir camidir. İç alan olarak Selimiye’den büyük olduğunu cami imamından öğrendiğim zaman oldukça şaşırdım. Dokuz kubbesi olması bu duruma delalet ediyor.
Caminin yan kapısı üzerinde olan kitabesine göz atınca caminin yapımına 1403 yılında Yıldırım Beyazıt’ın çocuklarından Emir Süleyman döneminde başlanmış, Devlet-i Osmani’nin ikinci kurucusu olarak bilinen Çelebi Mehmet döneminde (1414) tamamlanmış olduğunu görürsünüz. Caminin Mimarı Konyalı El Hacı Alâeddin ve Kalfası Ömer İbn-i İbrahim olarak kitabeye işlenmiştir. İki tane minaresi olan cami minarelerinin bir tanesi tek şerefeli bir tanesi ise iki şerefeli olarak işlenmiştir. Selimiye’de aynı anda 3 müezzinin birbiriyle rastlaşmadan şerefelere çıkması durumu Eski Cami’nin iki şerefeli olan minaresi için de geçerlidir. Aynı anda iki müezzin birbirlerini hiç görmeden şerefelere çıkabilmektedir.
Fetret devrinin cüsseli camilerinden olması hasebiyle Ulu Cami ismi de verilen Eski Cami’yi ön plana çıkaran en önemli özelliği hiç şüphesiz caminin duvarlarına işlenmiş olan hat sanatlarıdır. Şimdi gelin isterseniz caminin içerisinde kısa bir tur atalım;
Caminin sadeliğinden midir? Bilemiyorum ister istemez kıble yönünde yürüyorsunuz ve kendinizi minberin yanı başında buluyorsunuz. Hat sanatlarına bir göz gezdirince okuyamamanın veya yanlış okumanın hüznü ile derin bir ah! çekiyorsunuz. Hemen minberin üzerine oyulan “Amenerresulü” ayetlerini Kuran-ı Kerim’e olan aşinalıkla okumanın sevincini hiçbir şey vermiyor.
Tabi bu arada camiyi anlatan imama kulak kabartmazsanız çok şey kaybedebilirsiniz. En ön kubbede kafanızı şöyle yukarı kaldırıp bakarsanız bir şeyler yazdığını ve el yazısı olması itibariyle aşina değilseniz okuyamadığınızı göreceksiniz ve hemen heyecanla imama ne yazıyor diye sormak mahcubiyetini hissedeceksiniz. İmam büyük bir heyecanla anlatmaya başlayacaktır. Bu kubbede cami sizlere hadis ile çağrıda bulunuyor ve Enes bin Malik’ten(ra) rivayet ile “Kim sabah namazını cemaatle kılar, güneş doğana kadar Allah’ı zikreder ve sonra iki rekat namaz kılarsa, o kimseye hac ve umre sevabı vardır.” Hadisi şerifini aktaran imam bir dipnot da ekleyerek bu hadisin muhatabı olmayı bilen gönül insanları sabah namazını cemaatle kılar ve güneş doğana kadar burada kalıp Allah’ı zikrederler. Camiden çıkmadan öncede duha-kuşluk namazını kılıp bir hac ve umre sevabı alırlar. Bunun üzerine en azından sabah namazını burada kılamayışınızın derin üzüntüsü sarıverir sizi…
Birde müezzin mahfili var ki çıkmak bir nasip olmadı. Döner merdivenlerle çıkılan mahfile ilişkin bir şeyler yazmayı çok isterdim artık nasip ederse Rabbim öteki bir geziye İnşaAllah diyerek tekrar imama kulak kabartalım;
Dikkatleri hünkâr mahfiline çeviren imam hünkâr mahfilinin camilerde padişahların namaz kılmaları için yapılmış özel bir bölüm olduğunu söyleyerek çok bir şey söylemeyince ve bunun üzerine öğrencilerden gelen zor sorular karşısında kendimce araştırma telaşesine düşüyorum. Şimdi o gün bana sorulan soruları cevaplıyorum kıymetli öğrenci kardeşlerim. Padişahların can güvenliği için yapılan bu yapı aynı zamanda bir saygı mahfilidir. Padişah halkın arasından mahfile doğru yürürken halk, hürmete binaen ayağı kalmak ister oysa padişah “Allahın evinde sadece Allaha saygı duyulur!” deyip herkesten önce camiye gelerek hünkar mahfilinde namaz saatini bekler. Yoksa “namazda bir hamalla bir padişahın farkı yoktur!”
Mihrabın sağına doğru hareketlenmeler var bende heyecanla ne var acep diyerek araya sıvışıyorum. Kabe’den getirildiği rivayet edilen Kabe Taşı… Rükn-i Yemani’den gelen kutsal taş, caminin duvarında yer alıyor Yıldırım Beyazıt’ın Niğbolu Zaferi sonrası Abbasi Halifesi hediye olarak Edirne’ye gönderttiği bir parçadır bu.
İmam o anda tekrar bir atılım yaparak bir vurucu cümleyi söyler ve bu sefer de sizi en azından Cuma namazını bu camide kılamayışınızın teessürü sarar. Minbere her Cuma ve Bayram namazında hutbeyi kılıçla vermek için çıkan imam varmış bu camide. İmamın minbere kılıçla çıkma nedeninin burada daha önce yapılan kılıç kuşanma törenlerinden kaynaklandığını söyleyince tek sebebin bu olmadığına kanaat getiremedim ve kıymetli hocam Fatih Bayram’a sorunca. Hutbenin 20 sünnetinden birinin de harple alınan her beldede hatibin sol elinde bir kılıç bulunup, hutbeyi ona dayanarak okuduğunu öğrendiğimde derin bir aydınlanma sürecinden geçtim.
Ha, az daha bu önemli detayı unutarak yazıyı sonlandırıyordum. Caminin sol köşesinde bir vaaz kürsüsü görürsünüz sadeliği sizi cezbeder tam neden böyle dikkatten uzak olduğunu soracakken imam merakınızı giderir ve şunları kaydeder: II. Murat döneminde Edirne’ye gelen ve Camiye girerek vaaz verdiği Söylenen Hacı Bayram Veli’nin vaaz kürsüsüdür o… Hacı Bayram Veli’ye duyulan saygı nedeniyle vaaz Kürsüsü imamlarca kullanılmaz.
Caminin en ilginç detaylarından birisi ise Vav harfleri ve Cennet Deresi’dir. Ancak onlara bir başka yazıda yer ayırmayı düşünüyorum. Bu yazı burada bitmez…
Vesselam.
Oktay KAYMAK