Her büyüyen, üretim fazlası için pazar arayışına giren ve mevcut sistemi lehine çevirmeye çalışarak uluslar arası sistemde söz sahibi olmak isteyen devletler gibi Çin’de Orta Doğu coğrafyasında finanas kaynakları, teknolojisi, askeri gücü ve yürüttüğü diplomasiyle güçlü ittifaklar kurmaya çalışarak yerini almak istiyor. Söz konusu ilişkiler elbette Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri devam edegelmektedir. Özellikle petrol ithal eden bir ülke olmaya başladığı 1993 yılından itibaren devlet başkanları düzeyinde karşılıklı olarak ziyaretler gerçekleşmiştir. Bu ziyaretlerin sonuncusu ise 2016 yılının ocak ayında Suudi Arabistan, Mısır ve İran’ı kapsayan beş günlük gezi ile Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping tarafından gerçekleştirildi.
Ziyaret edilen bu ülkeler Çin’in Orta Doğu’da ki üç önemli saç ayağını oluşturmaktadır. Mısır Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk arap ülkesidir. Ayrıca Çin Mısır’ın bölgedeki istikrarın kurulmasında önemli bir yere sahip olduğunun da farkındadır. Arabistan ve İran ise dünyanın önemli petrol satıcıları iken Çin ise dünyanın önemli petrol alıcılarındandır. Hali hazırda Çin’in petrol ithalatının %25-30’u bu iki ülkeden yapılmaktadır. Enerji yatırımları dışında da bu iki ülke Çin’den en çok yatırım alan ilk iki ülkedir. Bu ülkelerin ardından ise Çin’den en çok yatırım alan ülkeler sırasıyla Cezayir, BAE,Türkiye ve Mısır gelmektedir.
Tüm bu ticari ilişkilerin dışında Çin’in Körfez ülkelerine cazip gelen, Çin’i Körfez ülkeleri nezdinde çekici kılan iki şey vardır. İlk olarak Çin’in dış politikasında titizlikle uygulamaya çalıştığı “ barış içinde birlikte yaşama” ilkesidir. Bu görüş ise temel de beş temel ilkeden oluşmaktadır. Bu ilkeler, egemenlik ve bölgesel entegrasyon için ortak saygı, ortak saldırmazlık, iç işlerine karışmama, eşitlik ve ortak çıkarlardır. Bu ilkeler çerçevesinde Orta Doğu da karşılatığı krizlerde tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Suriye iç savaşında ise Rusya ile beraber hareket ederek rejimi desteklemesi bu tutumunu çelişkili hale getirmiştir. İkinci olarak ise Çin hükümetinin kuruluşundan şimdiye kadar halkını milli bir görev altında toplayabilme kabiliyetidir. Çin’in yükselişine milliyetçi perspektiften de vurgu yaparak Arap ziyaretçilerini büyülemeyi başarmışlardır.
ÇİNLİ MÜSLÜMANLAR VE ORTA DOĞU
Çin ayrıca sahip olduğu yaklaşık 20 milyon Müslüman nüfusu ile de müslüman ülkeler de ortak bir payda arayışına girmiştir. Kuruluşundan önce 1930’ların sonlarında Chiang Kai-shek’in milliyetçi hükümeti, Japonya’ya karşı savaş konusunda Arap Müslümanlara propaganda yapmaları talimatıyla hac için Mekke’ye iki Müslüman heyet göndermiştir. Bununla birlikte Komünist hükümet, Çin İslam Derneği gözetiminde 1955 ve 1956’da da hacı adayları göndererek Orta Doğu’ya uzun turlar düzenleme suretiyle bu hac diplomasisi stratejisini tekrarlamıştır. Bu heyetlerin liderleri, Çin’in henüz resmen temsil edilmediği ülkelerde önemli diplomatik fonksiyonlar görmüşlerdir. İslam diplomasisinin temel unsuru olan Çinli hacı adayları Çinli siyasetçiler tarafından Pekin’in Orta Doğu’daki çıkarlarını yaymak üzere kültür elçileri olarak görülmeye başalandı.
Ayrıca günümüzde ise Doğu Türkistan’da ki ayrılıkçı hareketlere karşı takındığı sert tutumu izole etmek ve müslüman Orta Doğu ülkeleri nezdinde uygulamalarına meşruiyet kazandırmak amacıylada Çinli müslümanlara(Huiler)’e geniş imtiyazlar vermektedir.
İRAN İTTİFAKI
Suudi Arabistan Çin için bölgede jeoekonomik bir öneme sahipken İran hem jeoekonomik hem de jeostratejik bir önme sahiptir. Çin’in İran ile ilişkileri bölgedeki diğer ülkelerden farklı bir zeminde seyretmektedir. Peki bu farkındalığı oluşturan etkenler nelerdir?
Aslında sorunun cevabı basit. Çünkü her iki iki ülkede Orta Doğu’da etkin olmaya çalışmaktalar. İran mevcut enerji kaynakları ve uzun yıllardır uygulanan ambargonun kalkmasıyla oluşan geniş pazarla kensini dış dünyaya pazarlama imkanı bulurken bölgede ise önemli siyasi kozlar kazanma fırsatı yakalamıştır. Bu durum yeni ticari faaliyetler için AB ülkelerini harekete geçirirken uzun yıllar uygulanan uluslar arası ambargoya rağmen somut desteğini ve yardımını kesmen Çin içinde çok önemli fırsatlar doğurmuştur.
Ayrıca İran’ın mevcut potansiyeline rağmen onu kullanabilecek teknoloji ve teknikten yoksun olaması İran’ı bu ittifakın güçlendirilmesine itmiştir. Bununla beraber Suriye meselesinde paylaştıkları ortak politika ve nükleer santral konusunda Çin’in teknik ve diplomatik desteği bu ittifakın diğer bir güçlü nedenidir. Ayrıca Çin’in 2013 den beri üzerinde çalıştığı İpek Yolu projesi içinde İran Avrupa’ya açılan önemli bir kapıdır.
SONUÇ
Çin Orta Doğu’da ki politikalarını temelde enerji ihtiyaçlarını karşılamak üzerine kurarken değişen dış politaka ve güvenlik algılamaları sebebiyle daha derin ilişkiler geliştirme yoluna gitmiştir. Değişen bu algılamalar ve kendisini bölgeye entegre etme arayışları geliştirilmek istenen bu derin ilişkiler için ticari ilişkileri ve karşılıklı yatırımları zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede Çinli liderler Orta Doğu ziyaretleri ile bölge ülkeleri arasındakı diplomatik, ticari ve son zamanlarda askeri ilişkilerini geliştirmiştir. Ayrıca Çin’in kuruluşundan beri özenerek uygulamaya çalıştığı egemenlik hakalrına saygı ve iç işlerine karışmama prensipleri bölgede kendisini cazip hale getirmiştir. Ama bu politkasının süreklilik arz edip etmiyeceğini ise Orta Doğu’da varolma sebebi olan ekonomik çıkarları ile Rusya ve İran ile gelişen bölgedeki siyasi çıkarları çakıştığında ekonomik çıkarı için vereceği taviz belirleyecektir.
M. Fatih ARGIN