O Nesil Hayran Olunacak Nesil!
Ali Ulvi Kurucu Hatıratın’da anlatıyor, can kulağıyla dinleyelim:
Dedem, Dolav mahallesindeki Ulu Cami’de elli yıla yakın bir zaman ücretsiz imamlık etti. Çünkü o zaman bu caminin bir vakfı, geliri yoktu. Vakıflarına önce vakıflar, sonra Belediye el koymuştu. İmamların çok azına, o da çok düşük bir maaş veriliyordu. Zaten din adamları, Diyanet’e değil vakıflar idaresine bağlanmıştı. Hülâsa insanları dinî bakımdan irşadsız, öndersiz ve mabedsiz bırakmak için her şey yapılmıştı. Dedem hem namazı kıldırıyor, vaaz ediyor; hem çoluk çocuğu okutuyor; hem de mahallenin fakirlerini kolluyordu. İdarenin bu alâkasızlığını da, rahat hareket edeceği için, canına minnet biliyordu. Şatır köyündeki tarlasını, tarla tohum bizden, ekmek biçmek kaldırmak ondan ortağa verir; gelen parayla bir yıl geçinirdi.
Ortağı da kız kardeşinin oğlu Tarikatçinin Ali Ağa’ydi. Kalben çok temiz, salih, ibadetli, taatli bir adamdı. Dünya işlerini pek beceremeyen, çabuk yorulan bu zata, dedem, harman zamanı yardıma giderdi. Ona neden “Tarikatçinin Ali” dediklerini bilmiyorum. Belki de dedesi veya babası ehl-i tarik bir zat idi. Dedem, Dolav mahallesinde, imamlık ettiği camide, Ramazan günleri sahurdan sonra vaaz ederdi. Sahuru yedikten sonra camiye gelir, namaza kadar konuşurdu. Cemaate, namazda okuyacağı âyetleri açıklardı. Bu vaazların bir kısmında ben de bulunurdum. Elli kişi kadar cemaat olurdu. Bunların çoğu Doğu’dan sürgün edilmiş muhacirlerdi. Dedemi çok sevmişlerdi… Dedem de cemaate birgün gelmeyen olsa hemen sorar soruşturur; evlerine gider, “Geçmiş olsun, sizi namazda göremedim.” diye hatırını sorardı.
Beyşehir Gölüne Düşse
Bir ara dedem, üst üste eve gelmemiş, akşam yemeklerini camiye götürüp orada kalmış olmalı ki, kendi anlattığına göre, ninemin ağzından biraz hiddetli olarak bu sözler çıkmış:
“Efendi! Bu cami cemaatinin hiç insafı yok mu? Yahu bu hocanın da çoluğu çocuğu var, ailesi var, ihtiyacı var, demezler mi? Bu kadar düşüncesizlik olur mu?”
Bunun üzerine olanları, “Aman Allah’ım! Dedeniz bana öyle bir kızdı ki!” diye anlatan ninem, onun kendisini bu sözlerle azarladığını naklederdi:
“Muhsine, tükür o tükürüğü yutma! O tükürük zehirler seni… Bu tükürük Beyşehir Gölüne düşse, balık yaşamaz, zehirlenir!… Bu caminin cemaati dediğin kimseler, Doğu’dan gelen muhacirler… Ben Allah’tan daha dua ediyorum ki, bana para versin de bunlara maaş bağlasam…
“Evlerine gidince, çocukları onlara: Baba bana ne getirdin, diye soracaklar. Baba kendine yemek bulamadı ki, onlara götürsün… Muhsine, beni ağlatma. Muhsine, bir daha senden böyle söz duymayayım…”
Herkesin Bağı Var, Bahçesi Varsa
Dedemin ahlâkını, dünya malına ve rahatına bakışını, nasıl şükür, rıza ve tevekkül hâlinde olduğunu, ninem böyle anlatırdı:
Sille köyünden bir komşumuz vardı. Silleliler çömlek testi yaparlar. Bize kırmızı Konya toprağından yapılmış bir testi getirmişti. Suyu soğutan bir testiydi. Konya’nın meşhur Çayırbağ suyundan koyar, kuyuya iple sarkıtırdım, soğurdu. Dedeniz camiden, dersten gelirdi. Yaz günü, hava sıcak.
“Muhsine suyun var mı?”
“Var efendim. Komşu hanımın getirdiği testiye Çayırbağ suyu koymuştum. İnşaAllah soğumuştur…”
“Ver de bir içeyim.”
Suyu veririm. Oturur, üç nefeste içer:
“Muhsine, herkesin bağı var, bahçesi varsa, bizim de, suyu buz gibi yapan testimiz var. Bunun şükrünü nasıl eda edeceğiz?” derdi.
Ninem, babama:
“İbrahim Efendi, baban bugün neye hamdetti, ne dedi biliyor musun?” demiş. Babam:
“Ey, babam her şeye hamdeder abla. Onun hamdetmediği an yok ki.” diye cevap vermiş. Hâdiseyi dinledikten sonra da şunları söylemiş ki, dedemin ahlâkının hülâsasıdır:
“Bir tulum peynirine: Bu ne nimettir yahu, diyebilen; bir çömlek suyuna: Elâlemin bağı var, bahçesi varsa, bizim de suyu buz gibi yapan çömleğimiz var, nasıl şükredeceğiz bu Allah’a, diyen insandan bahtiyar insan var mıdır yahu?
“Babamızın bütün derdi, cemiyetin başına çöken buhranlar, milletin ahlâkına, imanına, vicdanına, dinine vurulan darbelerdir. Babamın bir gün dahi maddî bir meseleden, malî bir sıkıntıdan, hâlinden şikâyette bulunduğunu görmedim…”
Yukarıdaki alıntıladığım hatıra asr-ı saadet dönemine ait değil. Osmanlı dönemine de ait değil. Cumhuriyet döneminin ve hatta Ali Ulvi Kurucu’yu da sayarsak 2000’li yıllarında yaşamış güzide insanların hatıratı. Dedesi biraz daha erken tarihlerde yaşıyor. 2002’de Ali Ulvi Kurucu vefat ediyor. Gençler, değerli insanlar ve büyüklerim bunlar yaşanmış şeyler. Asr-ı saadetten yüzlerce yıl sonra bu insanlar imanı, ahlakı ve dini koruyabilmişler. Ayrıca bir sonraki nesillere de aktarabilmişler. Konya bu bağlamda nadide şehirlerden birisidir. Hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz. Bu herkes için zor. Alım gücümüz düştü. Lakin Hz. Eyyüb’ün dediği gibi Rabbim bana yıllarca sağlık verdi şimdi alınca mı ona sitem edeceğim dedi. Rabbimiz de bizlere yıllarca ekonomik güzellikler verdi. Zor zamanlarda da sitemkar olmayalım. Ayrıca Ali Ulvi Üstadın dedesi 50 yıl gibi bir süre ücretsiz imamlık yapıyor. Fakr u zariret içinde yaşıyorlar. Eşi bir elbise bile alamıyor. Bir alimden dinlemiştim. Bunlar belki 30-40 yıl önce yine yokluk varmış. Pirinci çok severdim anneme yapmasını isterdim diyordu. Lakin Annem oğlum bu pirinç çok pahalı baban alamıyor sadece dedenler geldiği zaman yapabiliriz diyordu. Ben de bazı evlerde birkaç çeşit yemek oluyormuş herhalde cennette oluyordur öyle diye düşünüyorum diyordu. Evet yokluk olabilir ama en azından baskı altında değiliz Müslümanlar olarak. Üstadın dedeleri çok zorluk çektiler. Ezalar gördüler. En azından namaz kılabiliyoruz, Cumaya gidebiliyoruz. Peygamberimiz her halinize şükredin dedi. Şükür nimetlerin devamını sağlar.
Ülke olarak içe dönmeliyiz. Ulusal ve dini dayanışmayı artırmalıyız. Mahallelerde ve köylerde yani her yerde aciz ve fakiri gözetmeliyiz. Zor zamanlar olur ama sabredersek bu günler geçicidir. Ne Gam Baki Ne Dem Baki denildi. Yani ne hüzün devamlı ne de mutluluk devamlı diye ben çevirmek isterim. Zor zamanlarda iş değiştirebiliriz, daha iyi şartları ararız. Müslüman ülkelere hicret edebiliriz. Mübah olan her yolu denemekte bir sorun yok. Lakin zor zamanlarda da doğru olanı yapmak ve sabrı tavsiye etmek önemli. Gerekirse aileler tekrardan geniş aileye döner. Gerekirse köylere döneriz. Ne gerekiyorsa yaparız, lakin Rabbimiz hakkında suizan inşaAllah beslemeyelim. Kişileri suçlayabiliriz ama Rabbimiz bize bir çıkış yolu gösterecektir. Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssalar boşuna değil. Orada geçen mücadele ve sabır olayları hiç boşuna değil. Hz. Yusuf’un bize anlattığı 7 yıl bolluk ve 7 yıl kıtlık da boşuna geçmedi haşa. Rızka Rabbimiz kefil. Umudunuz baki olsun. Çalışmaktan, üretmekten, mümkün olan her vakitte ilim talep etmekten geri durmayalım. Her zaman daha kötü durumlar vardır. Bunları düşünerek mevcut durum için Rabbimize dua edelim. Aynı zamanda ahvalimizi düzeltmek için de üstün bir çaba gösterelim. İmkansız diye bir şey sanmıyorum lügatimizde olsun. Her şeye gücü yeten bir Allah’ın kullarıyız. O bizlere en güzel çıkış yollarını inşaAllah göstereceklerdir. Sabır değerli okuyucularım sabır. Allah sabredenlerle beraberdir, biiznillah.
Ozan Dur